ENFLASYON VE BİREYSEL KREDİLER İLE İLGİLİ BDDK KARARLARI ÜZERİNE GÖRÜŞLER
Last Updated on 27/02/2024 by ahmet can ayışık
BDDK 25 ve 26 Şubat’ta tüketici kredileri ve kredi kartlarıyla ilgili bir kısım vade/limit artırıcı düzenlemeler yaptı.
Hatırlayalım:
- Kredi kartlarında taksitlendirme süreleri, tablet alımları hariç, bilgisayar alımlarında ve taşımacılık ile ilgili harcamalarda 6 aydan 12 aya, seyahat acenteleri ile ilgili yurt içine ilişkin harcamalarda, sağlık ve sosyal hizmetler ile ilgili harcamalarda 9 aydan 12 aya çıkartıldı.
- Kredi kartı borçları için verilecek tüketici kredilerinde azami vade 48 aydan 60 aya yükseltildi.
- Taşıt kredilerinde ve taşıt teminatlı kredilerde veya yapılacak finansal kiralama işlemlerinde, kredi tutarının taşıtın değerine oranına ilişkin sınırlama 100,000 TL’den, 120,000 TL’ye çıkartıldı.
- Tüketicilere, konut edinmeleri amacıyla kullandırılacak kredilerde ve konut teminatlı kredilerde, kredi tutarının teminat olarak alınan konutun değerine oranı; enerji performansı A sınıfı olan konutlar için yüzde 90’a, enerji performansı B sınıfı olan konutlar için yüzde 85’e yükseltildi.
Enflasyon İle Mücadele Etkin Likidite Kontrolu Gerektirir
Oysa, Türk ekonomisinde herkes yüksek enflasyondan şikayet ediyor. Yükselen enflasyon ortamında ekonomide sıkılaştırıcı(daraltıcı) politikalar uygulanmasına ihtiyaç duyulur. Daraltıcı politikalar ile enflasyona yol açan temel neden olarak görülen toplam talep artışının frenlenmesine çalışılır.
İsterseniz kitaplarda yazan daraltıcı/genişletici para ve maliye politikası araçlarını şöyle bir sıralayalım.
- Para politikası denildiğinde üç temel alt politika anlaşılır:
- Merkez Bankası’nın bankalarla para alış verişinde uyguladığı faizleri değiştirerek piyasa faizlerini etkilemesi.
- Açık piyasa işlemleri (APİ) yoluyla bankalardan tahvil almak veya onlara tahvil satmak suretiyle piyasadaki para miktarını (likiditeyi) ayarlaması.
- Bankaları topladığı mevduattan alacağı payı(mevduat zorunlu karşılıkları) artırıp azaltarak açılabilecek kredi miktarını ve maliyetini etkilemesi.
- Merkez Bankası’nın TL’nin dış değerini ayarlamaya yönelik olarak bir müdahalesi söz konusuysa, bunlara ek olarak bir de kur politikasından söz edilebilir.
- Maliye politikası denildiğinde dört temel alt politika anlaşılır:
- Duruma göre ekonomiyi canlandırmak veya soğutmak için daha az ya da çok vergi almaya yönelik vergi politikası.
- Aynı amaca yönelik olarak artırılan ya da azaltılan harcamaları kapsayan kamu harcama politikası.
- Ekonomideki likiditeyi çekmeye ya da yeni likidite vermeye yönelik olarak uygulanabilecek borçlanma politikası.
- Ekonomiyi canlandırmaya ya da soğutmaya yönelik olarak uygulanabilecek teşvik ve dış ticaret politikası gibi alt politikalar.
Bankalar Kaydi Para Yaratarak Enflasyona Destek Olabilir
Yani, enflasyonu kontrol altına alabilmek için en etkili yol piyasadaki para miktarının, diğer bir deyişle likidite miktarının ayarlanmasıdır. Piyasadaki para miktarının da 2 ana bileşeni vardır: Piyasadaki gerçek para miktarı ve piyasadaki sanal/kaydi para (Dijital para ile karıştırmayalım) miktarı.
Piyasadaki gerçek paralar o ülke parası ve piyasadaki yabancı para miktarının toplamıdır. Sanal ya da kaydi para dediğimiz kısmı oluşturanlar ise nakit para kullanmaksızın satınalma gücünün kayden ve hesaben yaratılması demektir. Hesaptan hesaba nakil yapmak, çek keşide etmek, takas usulünden faydalanmak, kredi kartı ve kredi kullanmak suretiyle gerçekleştirilen ödemelerin sözkonusu olduğu durumlarda, sanal/kaydi para kullanılarak o anda piyasada mevcut olan gerçek paradan daha yüksek hacimde satın alma gücü yaratılması mümkün hale gelmektedir. Buna, gelecekte elde edilecek satınalma gücünün, elde etme zamanından önce kullanılabilir hale getirilmesi de denilebilir.
Böylece, piyasada arz artırılmadan toplam talep hacminde büyüme yaratılarak enflasyonist ortam desteklenebilir.
Günümüzde, devlet mekanizmasının kontrolünde sanal/kaydi para yaratan başlıca ekonomik/finansal kurumlar bankalardır.
Dönelim konumuza.
Bana göre, BDDK’nın yükselen enflasyona rağmen yukarıdaki genişletici düzenlemeleri yapmasının nedeni, piyasada enflasyondan daha önemli görülen bir kısım ekonomik parametre bozulmalarının sözkonusu olması ve sözkonusu bozulmaların siyasal iktidar tarafından özellikle yaklaşan seçimler öncesinde daha fazla önemsenir hale gelmesidir.
Yeri gelmişken belirteyim; çalışmamda kullandığım rakamlar BDDK, Türkiye Bankalar Birliği, TÜİK ve TCMB veri tabanından alınmıştır.
Kullandığım kredi kartı rakamları bireysel kartlarla ilgilidir. Tüketici kredilerinin de bilindiği gibi 3 ana kalemi vardır; Taşıt, konut ve ihtiyaç. Tüketici kredisi dediğimde esas olarak bu 3 kredinin toplamı, bireysel kredi dediğimde ise “tüketici kredileri + kredi kartı bireysel risklerinin toplamı” aklımıza gelmelidir.
Şimdi, öncelikle bankacılık sektörünün 2000 – 2018 dönemindeki kredi stoku büyümesini ve kullandırılan bireysel kredilerin toplam kredi stoku içindeki payının seyrini görelim. Sol eksen bireysel kredilerin toplam kredi stokundaki payını, sağ eksen ise bankacılık sistemi toplam kredi stokunun büyümesini gösteriyor.
Yazalım;
- Bireysel kredilerin kredi stoku içindeki payı 2002 yılında %22 seviyesindeymiş.
- Bireysel kredilerin 2002 yılında kredi stoku içinde %22’lerde olan payı 2005 yılına kadar çok hızlı yükselmiş ve %38’e çıkmış. 2002-2018 dönemindeki tepe noktası burada oluşmuş. Bu dönemde bankacılık sektörünün hızlı bir şekilde bireysel kredileri büyüttüğü görülüyor.
- 2006-2014 Döneminde kredi stoku içindeki bireysel kredi payının %30-34 bandında sürdüğünü, bu tarihten sonra gerilemeye başlayarak 2018 yılı itibariyle yine %21 seviyelerine indiğini görüyoruz.
- Grafikteki kredi stoku eğrisinin (Kırmızı çizgi) eğimi de bize birşeyler anlatıyor. Özellikle 2009 yılından itibaren kredi stokundaki büyüme hız kazanmış. Demek ki, bankacılık sektörü bu tarihten sonrasında ticari/kurumsal ve KOBİ kredileri kullandırılmasına ağırlık vermiş.
Enflasyon Hedeflerimiz Tutmamaktadır
Ekonomi bilgimiz bize sanal/kaydi satınalma gücünü kontrol etmeden enflasyonu düşüremiyeceğimizi söylüyor. Türkiye’de de böyle olmuş zaten; enflasyon hedefleri istisnalar hariç tutmamış…
2000-2005 Dönemindeki 4 hedefin tutmuş olması enflasyonun düşük olmasından değil, hedeflerin yüksek belirlenmiş olmasıyla ilgili. Örneğin 2002 ve 2003 yılı hedefleri %35. Başlangıçtaki yüksek hedeflemeyi kabul etsek bile inceleme konumuzu kapsayan 17 hedeften sadece 6’sı tutmuş durumda.
Bankacılık Sistemi Enflasyonun Yanındadır
Zaten, bankacılık sisteminiz yukarıdaki gibi bireysel kredi pompalarken enflasyon hedeflerinizi tutturmanız mucize olurdu. Ben, kredi stoku içindeki bireysel kredi payında 2014 yılından sonra görülen nisbi düşüşün bir sebebinin de TCMB yönlendirmeleri doğrultusunda sektörün anti enflasyonist etki yaratılmasına katkı sağlamak amacıyla bireysel kredilerde frene basması olabileceğini düşünüyorum.
Diğer sebebin ise yükselen takip oranları ve risk endişesi olduğunu ise aşağıda göreceğiz birazdan.
Ne dedik?
Bireysel krediler; kredi kartları ve tüketici kredileri olmak üzere 2 ana yoldan piyasada ilave satınalma gücü, yani ilave talep yaratır.
Önce, 2000 yılından sonraki dönemde kredi kartı ve tüketici kredisi riskleri nasıl artmış bakalım.
2001 yılında bütün ülkedeki kredi kartı riskleri 2 milyar TL seviyelerindeyken, 2018 yılında 105 milyar TL’lık seviyelere gelmiş. Artış oranı olarak söylersek % 5.150.
Halk dilinde buna uçmak denir…
BDDK, Türkiye’nin banka ve kredi kartı sayısında Avrupa’da birinci, dünyada sekizinci sırada olduğunu açıkladı.
Türkiye kart sayısında Avrupa birincisi, ama daha önemlisi bu kartların limiti ve işlem tutarı. Evet, Türkiye bu açılardan Avrupa’ya göre daha düşük kalıyor. Türkiye’de yoksulluk oranı yüksek olduğundan, insanların yaşamını devam ettirmek için kart kullanmak zorunlu oluyor. Kredi kartları ile nakit kredi kullanılıyor. Faiz oranları da yüksek olduğu için ödeme sorunu ve kart mağdurları oluşuyor. Hükümetler de sık sık kredi kartlarında yasa ile yeniden yapılandırmaya gitmek durumunda kalıyor.
Bireysel kredi kartlarında güncel takip riski 6,1 milyar TL, takip riski oranı ise %6’lar seviyesindedir.
Ülkemizde, kredi kartı faizlerini TCMB belirlemektedir. Güncel gecikme faizi %33 ve akdi faiz oranı da %27’dir.
Bu oranların oldukça yüksek olduğunu ve kart kullanıcılarının önemli bir kısmının, nisbeten daha düşük faiz uygulayan tefecilerin eline düştüğünü de biliyoruz. İşte size BDDK kararlarının bir başka sebebi…
Kart kullanıcılarını tefecilerin elinden kurtarmak ve onlara zaman kazandırmak.
Bireysel Kredilerin GSYİH İçindeki Payı Hızlı Artmıştır
Aşağıdaki grafik de bize 2001-2017 döneminde bireysel kredilerin (KK+Tüketici Krd.) yıllar itibariyle gelişimini ve GSYİH’ya oranını gösteriyor.
Özetleyelim.
- Bankacılık sektörünün kullandırdığı bireysel krediler 2001 yılında 5 milyar TL seviyesinde iken, 2017 yılında 489 milyar TL seviyesine yükselmiş. Buna paralel olarak, bireysel kredilerin GSYİH’ya oranı 2001 yılında %2’lerde iken, 2018 yılına gelindiğinde sözkonusu oran %16’lara yükselmiş. 2013 Yılındaki trendin tepe noktasındaki oran %18 olmuş. Sonrasında nisbi bir düşüş görülüyor.
- Yukarıdaki grafik bana, bankacılık sektörünün özellikle 2000-2013 döneminde ciddi ölçüde bireysel kredi kullandırımı yapmak suretiyle iç piyasanın canlı tutulmasında önemli bir ekonomik etki yarattığını anlatıyor.
- Ve bir de bireysel kredilerin GSYİH’dan hızlı artmak suretiyle, arz-talep eğrisinin talep yönünü yukarı çektiğini.
Bireysel Kredi Takip Oranları Dikkat Çekmektedir
Bireysel kredilerin üzerinde dikkatle durulması gereken ikinci yönü(birinci yönü ilave talep yaratması) geri ödenmesinde ne ölçüde sıkıntı yaşandığı hususudur.
Bireysel kredi takiplerinin 2005 yılında %2 seviyelerindeyken, 2008 krizinin ardında 2009 yılında %6 seviyelerine yükseldiğini, sonrasında da %4’ler seviyelerinde devam ettiğini görüyoruz.
Takip oranı bir matematik oranlama olduğundan, yani takip riski/bireysel kredi tutarı formülü ile hesaplandığından, paydadaki artışlar hızlı olduğu sürece oran yükselmeyebilir. Kredi kullandırımlarının takibe intikal eden risklerden hızlı arttırılarak oranın kısa vadede gerilemesi bile sağlanabilir. Tabii böyle bir uygulamaya başvurabilecek bankalar açısından ileriki dönemlerde karşılaşılabilecek çok daha büyük kredi risklerine hazır olunması da gerekir.Umarım bu yola gidilmiyordur…
Diğer yandan, 2008 Yılından başlayarak, bankalarımız takibe düşmüş alacaklarının (sorunlu kredi) bir kısmını satarak bilançosunun dışına çıkartma(temizleme) operasyonu yapmaya başlamıştır. Yani, çok önemli bir kısmının tahsil imkanı kalmadığını gördükleri banka alacaklarını sembolik bedeller ile satarak bilançolarında göstermekten kurtulmaktadırlar.
Merak eden okuyucu için yazalım; sözkonusu değeri düşük hale gelmiş alacakları, banka ve benzeri kurumlardan tahmini değerleri üzerinden iskontoluyarak alan “Varlık Yönetimi Şirketleri” unvanıyla kurulmuş şirketler vardır. Bu şirketler, bankalardan satın aldıkları bu alacaklara ödedikleri bedeller ile bunlardan yapabildikleri tahsilat arasındaki farktan kar etmeyi amaçlarlar. Elbette, ben olayı basitleştirerek yazdım.
Satılan alacakların çok önemli kısmı bireysel nitelikteki takip risklerinden oluştuğundan, yukarıdaki oranların 2009 yılından sonraki düşüşünde giderek artan alacak satışlarının da 1 puan civarında etkisi vardır. Şunu demek istiyorum, bankacılık sektörü 2017 yılında 9; 2018 yılında 10 milyar TL tutarında takipteki alacak satışı yaptı. Satışa konu tutarların %75’inin bireysel takip alacağı olduğunu varsayarsak, yukarıdaki grafikteki 2017 ve 2018 takip oranları %5’lere yükseliyor.
Rakamsal olarak böyle olan durumun bir de adetsel boyutu sözkonusu kuşkusuz.
Detaya girmeden ona da değinelim kısaca…
Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin verilerine göre, 2018 yılı sonunda bireysel kredi ve bireysel kredi kartında yasal takibe düşen gerçek kişi sayısı 2.246.323 kişidir. Bireysel kredi ve kredi kartı borcunu ödememiş gerçek kişilerden borcu devam etmekte olan kişi sayısı ise 3.399.188’dir.
Bankacılık Sektörünün Yurtdışı Bankalara Olan Borcunun ve Bankacılık Sektör Endeksinin Birlikte Hızla Yükseldiği Bir Dönem Yaşanmıştır
Bankacılık sektörü kredilerinden söz ederken, bence sektörün 2002 – 2013 dönemindeki yurtdışı borçlanmasına da değinmek gerekiyor.
Aşağıdaki grafikte değindim…
Krediler artarken, sektörün dış borcu da hızla büyümüş. 2002 Yılındaki 8,4 milyar dolarlık dış borçlardan, 2013 yılındaki 138 milyar dolarlık borç seviyelerine hızlı bir yükseliş sözkonusu. Bu borç artışı 2013 sonrasında da devam ediyor. Ancak, ben can alıcı hızlı artışı göstermek adına bu tarihleri seçtim…
Bu noktada, bankacılık sektörünün Borsa istanbul’daki piyasa değerinin göstergesi anlamındaki bankacılık endeksinin 2003 – 2013 dönemindeki gelişimine bakarak resmi tamamlayalım.
Ne görüyoruz?
Bankacılık endeksimiz, 2002 -2013 döneminde yeşil paralel çizgiler ile belirttiğim çok önemli bir yükselen kanal hareketi yapmış.
1 Nisan 2003’de 12.460 olan endeks değeri 23 Mayıs 2013 tarihinde193.775’e yükselerek önemli bir dönemsel yükseliş trendi yaşamış. Artış oranı tamı tamına %1.493 olmuş. Yani bankacılık sektörümüzün piyasa değeri bu oranda yükselmiş. Elinde bankacılık sektörü hissesi olanlar ortalama olarak bu oranda para kazanmışlar.
Bu noktada iki Önemli soru soralım:
- Elinde bankacılık hissesi olanlar kimlerdir?
- Ortalama Türk vatandaşı bu dönemde ne kazanmıştır?
Cevabını siz verin…
Bu yazımın özeti şudur:
Bankacılık sektörümüz kazanmış, yurtdışı bankacılık sistemi kazanmış, fakat Türk tüketicisi ve üreticisi tefecinin eline düşmüş, iflas etmiş, konkordato ilan etmiş, perişan olmuş, yoksullaşmış…
Tekrar ederek bitirelim; 2000 sonrası dönemde bankacılık sektörümüz, yurt dışı finans sermayesinin aktardığı fonları da kullanarak Türk üretici ve tüketicisinin borçlandırılmasına yönelik hızlı bir kredi büyütme dönemi yaşamıştır.
Ancak, kullandırılan kredilerin önemli bir kısmı ağırlıklı olarak tüketim ve üretken olmayan sektörlere tahsis edildiğinden, gelinen noktada durgunluk, üretkenlik, verimlilik ve istihdam sorunlarının yanısıra, kredi geri dönüşlerinde de büyümekte olan donuklaşan ve takipteki alacak sorunları ekonomimizin gündemdedir.
BDDK’da bence haklı olarak bu tıkanmanın seçim öncesinde çıngar çıkartmaması ve ekonomik parametrelerdeki bozulmanın rakamlara hızlıca yansımasına engel olmak için yazımın başında belirttiğim düzenlemeleri yapmış olmalıdır.
Siz de benimle aynı görüşte misiniz?