TÜRK ERGENEKON BAYRAMI NEVRUZ
Last Updated on 15/06/2024 by ahmet can ayışık
Nevruz, Türk Ergenekon bayramıdır. Bugün sizlerle Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 1985 yılında yayınlanmış Doç. Dr. M. Abdulhaluk ÇAY’ın değerli yapıtı “TÜRK ERGENEKON BAYRAMI (NEVRUZ)” kitabının PDF’sini paylaşıyoruz.
Bu kitap, kendisinden sonra yayınlanmış konu ile ilgili pek çok yazı ve çalışmaya esin kaynağı olmuş bir kitaptır.
Kitabın PDF’sini vermeden önce, özet mahiyetinde yazarın “Sözbaşı”ndan ve birkaç bölümünden kısa alıntı yapalım.
Milletleri meydana getiren temel unsurlardan birisi de kültür dediğimiz maddi ve manevi değerlerdir. Dil, örf ve adetler, inançlar, sanat ve edebiyat bir toplumun geçmiş yüzyıllardan akıp gelen içtimai değerleridir. Bu bakımdan milletlerin varoluş sebeplerinden en önemlisi milli toplumun sosyal dokusu olan kültür unsurlarıdır.
Kültürün en önemli unsurlarından birisi de mitolojik inanışlar ve rivayetlerdir. Bilindiği gibi Türkler, tarih boyunca birçok dine girmişlerdir. Bunlardan çeşitli kültür kalıntıları, yeni bünyeye kazandırılarak günümüze kadar gelmiştir. Mukaddes bir varlığa inanma ve bu mukaddes varlık etrafında meydana getirilen inançlar manzumesi ve ibadet şekilleri olarak özetlenebilecek dinler ve inançlar, insan düşüncesinin derinliklerine kök salmış kuvvetli bir ihtiyacın mahsulüdürler. Bu özelliğiyle millet bağını kuvvetlendiren önemli bir unsur niteliğindedirler. Mitolojiden hareketle ortaya çıkan inançlar, dinler ve bunların getirdiği ahlak felsefesi, örf ve adetler zamanla hukuk dediğimiz müesseseyi meydana getirmişlerdir. Buna rağmen, örf ve adetler cemiyet içinde varlığını kuvvetle hissettirmekte devam etmiştir. Adetler kanun kuvvetinde olmayıp, alışkanlık sebebiyle yapılagelen ve yapılmasının uygun olduğuna inanılan hareketlerdir. Ancak, cemiyet bu adetleri bir davranış olarak telakki etmeyip, cemiyetin nizamlayıcısı olarak telakki ederse artık bunlar örf haline gelmişler demektir.
Kültür unsurları arasında en az değişen ve değişmenin en uzun süreli olanı örf ve adetlerdir. Milli kültürü yozlaştırmak, yoketmek, milli kültür unsurları üzerinde şüphe yaratmak, milli tarih konularında spekülatif yayınlarda bulunmak bugün Türklük düşmanlarının en çok takip ettikleri metod olmaktadır. Kaleleri içeriden ele geçirmek, yani “ÜLKELERİ PARÇALA, Böl, SONRA YOK ET” prensibi emperyalist politikaların hedef seçtikleri ülkelere karşı uyguladıkları genel bir stratejidir. Bu strateji içinde milli kültür düşmanlığı, milli kültürün dejenere edilmesi, milli kültür değerleri üzerinde başka sahipler aranması en geçerli bir silah olarak kabul edilmektedir. Günümüzde bu gibi faaliyetlerin şiddetini gittikçe artırarak devam ettiği de ortadadır. Özellikle yurtdışında faaliyet gösteren bölücü unsurlar milli kültür değerlerimize sahip çıkmaya, bunları tahrif etmeye ve dünya kamuoyunu, yalanı, propaganda unsuru olarak kullanıp yanıltmaya çalışmaktadırlar.
Bu araştırmamızda Türkler’in önemli örflerinden birisi olan “YILBAŞI” bayramını ele aldık. Türkler’in Ergenekon”dan çıkış günü olan bu bayram bugün Türk dünyasında “SULTAN NEVRUZ” adıyla devam etmektedir. Nevruz kelimesinin Farsça olması ve aynı günün İranlılar tarafından da bayram olarak kutlanması ister istemez Türk yılbaşısı üzerinde şüpheler yaratmıştır. Özellikle hiçbir kültür unsurunu Türkler’e yakıştıramayan ve her Türk kültür unsurunun altında başka milletler arama hastalığındaki Türklük düşmanı çevreler için mesele çok basittir. Derhal o kültür unsuruna bir sahip bulabilirler.
NEVRUZ’UN MAHİYETi:
Eski Türkler’le İranlılar’ın “yılbaşı” olarak kabul ettikleri gün, Farsça bir kelime olan “Nevruz” terimiyle ifade olunmaktadır. Kelime anlamı bakımından “yeni-gün” demektir. Bugün güneşin “koç burcu”na girdiği gün olup, miladi 22 Mart’a, rumi 9 Mart’a rastlamaktadır. Araplar’a İranlılar’dan geçen bu adet, başta Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’nde görüldüğü üzere Türkler’de de çok eskiden beri bilinmekte ve bugün törenlerle kutlanmaktadır.
NEVRUZ HAKKINDA İSLAMi RiVAYETLER:
Nevruz geleneği Araplar’da yoktur. İran’dan Araplar’a “Neyruz, Nayruz” şeklinde geçmiştir. Araplar bugüne gece ile gündüzün eşit olduğu gün anlamına “Birinci itidaliyun” adını verirler. Sonbahardaki gece ile gündüzün eşit olduğu gün ise “ikinci itidaliyun” adını taşımaktadır.
İran geleneği zamanla İslami bir mahiyet almış ve bugünle ilgili olarak yeni rivayetler ortaya çıkmıştır.
Bu rivayetleri şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Ulu Tanrı dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu Nevruz’da yaratmıştır.
b) İnsanlığın atası kabul edilen Hz. Adem’in çamuru Nevruz’da yoğrulmuştur. Bir başka ifade ile insan Nevruz’da yaratılmıştır.
c) Önceleri cennette yaşayan Hz. Adem’le, Havva şeytana uyarak, haram meyveyi yediklerinden, Hz. Adem Serendib Adası’na, Havva ise Cidde’ye sürülmüşlerdi. Pişmanlık duyan bu ilk insanları Tanrı affetmiş ve her ikisini bir Nevruz günü Arafat’ta buluşturmuştur.
ç) Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’na konduktan sonra, Nuh Peygamber yeryüzünün kuruyup kurumadığını öğrenmek için önce bir kargayı görevlendirmiş, ancak, karga geri dönmemişti. Daha sonra görevlendirilen güvercin bir müddet sonra ağzında bir defne dalı olduğu halde geri dönmeyi başarmıştı. Bu hem toprağın kuruduğunu ve hem de baharın geldiğini müjdelemekte idi. Bunun üzerine Nuh Peygamber Ağrı Dağı’ndan Sürmeli Çukuru’na (Iğdır Ovası) inmişti. Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevruz idi.
d) Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan Hz. Yusuf, bir bezirgan tarafından Nevruz’da kurtarılmıştı.
e) Musa Peygamber’in asasıyla Kızıldeniz’i yararak taraftarlarını kurtardığı gün Nevruz idi.
f) Bir yunus balığı tarafından yutulan Yunus Peygamber, Nevruz’da karaya bırakılmıştır.
g) Tanrı insanları yarattığı zaman evrendeki bütün yıldızlar Hamel/Koç burcunda toplu halde bulunmakta imişler. Nevruz’da Tanrı bütün yıldızlara feleklerinde dönmelerini emretmiş.
TÜRKLER’DE NEVRUZ
Şii, Alevi ve Bektaşi Türk topluluklarında olduğu kadar Sünni Türk topluluklarında da nevruz geleneği yaygındır. Türkler Nevruz’u, “Nevruz-ı Sultani”, “Sultan Nevruz” veya Orta Asya Türk topluluklarında görüldüğü üzere “Sultan Navrız” olarak kutlamaktadırlar. Türkler’de görülen riyavetlerin en önemlisi bugünün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir. Bu bakımdan bugün “Ergenekon” veya “Bozkurt” bayramı olarak kabul edilmektedir. Diğer bir hususta, Nevruz’la ilgili gelenekler dikkate alındığında, bugünün doğrudan doğruya Türkler’deki tabiat kültü ile ilgili olduğu görülür. Bu özelliği dikkate alan A. Gölpınarlı, Nevruz için bir tabiat bayramıdır hükmünü vermektedir. Nevruzla ilgili Türk rivayetlerini, geleneklerini şu şekilde sıralayabiliriz.
Bektaşiler’ce Nevruz, Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilir. Gene aynı gün Hz. Ali ile Fatma’nın evlendiği gün telakki edilir.
Şii inancına göre Nevruz, Hz. Ali’nin halife olarak Peygamber tarafından ilan edildiği gündür.
Alevi inançlı olmalarına rağmen Naldöken Tahtacı Türkmenleri’nde Nevruz, ölülerin yedirilip, içirilip eğlendirildiği gün olarak telakki edilmektedir. Burada doğrudan eski Türk inanç sisteminin atalar kültü kendini göstermektedir.
Aleviler’de görülen bir diğer rivayet de “su dolu-ana” inancıdır. Balkan Türk Bektaşileri’nde yol piri “Hünkar,” iş piri ise “Su dolu-ana”dır. Su dolu-ana bütün Arnavutluk’taki suların kaynaklarına hükmeden birisidir. Hünkar Hacı Bektaş Veli, Su dolu-ana’yı Kırşehir’den Balkanlar’a göndermiştir. Su dolu-ana, her yıl Nevruz’da güneş doğarken sudan çıkmakta ve parmaklarıyla saçlarını taramaktadır. Bu rivayet Türkler’deki su kültü ile ilgili görülmektedir.
Şii, Bektaşi ve Alevi Türkler’de görülen Hz. Ali etrafında oluşturulan rivayetler gerçekte eski İran tarihinden kaynaklanmış görünmektedir. İran efsanevi hükümdarı Cemşid’in yerine Hz. Ali motifi yerleşmiştir.
Türkler’de görülen en önemli rivayet bugünün ERGENEKON GÜNÜ oluşudur. Bununla ilgili olarak Ebulgazi Bahadır Han’da görülen Ergenekon Destanı şöyledir:
“Türk illerinde Kök-türk oku ötmeyen, Kök-türk kolu ulaşmayan bir yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek, Kök-türkler’den öç almak için yürüdüler. Türkler, çadırlarını, sürülerini bir yerde topladılar; çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular. Kök-türkler üstün geldi.
Birgün düşman, bütün iller hanları ve beyleri bir av yerinde konuştular. Kök-türkler’e hile yapmazsak işimiz yaman olur dediler. Tan ağarınca baskına uğramış çeriler gibi, ağır yüklerini, kötü mallarını bırakıp kaçtılar. Türkler, bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar, diyerek arkalarından varıp yetiştiler.
Kök-türkler’i görünce düşmanları birden geri döndüler. Tekrar vuruştular. Düşmanlar galip geldi. Kök-türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını, mallarını aldılar. Yağmadan hiçbir yurt kurtulamadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edinip herkes birini alıp gitti.
Kök-türk hanı İl-han’ın oğulları çoktu. Savaşta hepsi öldü. “Kıyan/Kayn” adlı küçük bir oğlu vardı. O yıl evlendirmişti. İl Han’ın “Nögüş/Tukuz” adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kişilerin eline düşmüşlerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular.
Eğer, İl’e varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. İyisi odur ki, dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım, deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. O da öyle bir yoldu ki, bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü. Eğer ayağını yanlış bassa parça parça olurdu.
Vardıkları yerde akarsular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar. Hayvanlarının, kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler.
O yere Ergenekon adını koydular.
Burada, bu ikisinin çocukları çoğaldı. Kıyan’ın evladı çok oldu. Nögüş/Tukuz’unki ondan daha az oldu. Kıyan’ın çocuklarına “Kayat/ Kıyat” dediler. Tukuz çocuklarına iki ad koydular. Bir nicesine Tukuzlar dediler. Bir nicesine “Türülken” dediler. Çok yıllar bu iki kişinin çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.
Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, sığmadılar. Bu sebepten bir yere toplanıp oturup konuştular. Dediler ki, Atalarımızdan işittik. Ergenekon’un dışında geniş yerler, güzel yurtlar olurmuş. Bizim yurdumuz eskiden o yerlerde imiş; Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım. Her kim bize dostum derse onunla görüşelim. Düşmanlarla güreşelim, dediler.
Hepsi bu sözü beğenip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar.
O zaman bir demirci dedi ki: “Burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini eritsek bir yol olurdu.” Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını böylece doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. Ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar.
O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-türkler‘de adettir. O günü “bayram” sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra Beyler de öyle yapar. Bugünü mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlardı.
Ergenekon’dan çıktıktarı zaman Kök-türkler’in Kağanı Kıyan soyundan “Börte-çine” idi. Börte Çine, bütün illere elçi gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bunu bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler.
Kök-türkler, eski düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler. Böylece dörtyüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.”
Aşağıdaki PDF dosyanın görüntülenmesi internet hızınıza bağlı olarak biraz zaman alabilir. Lütfen bekleyin!