EKONOMİ-FİNANS

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE YÜZDÜRÜLEN KREDİLER SORUNU BÜYÜYOR

Last Updated on 20/03/2024 by ahmet can ayışık

blank

 

 

 

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK), koronavirüs salgını nedeniyle kişilerin ve reel sektörün finansman koşullarını kolaylaştırmak ve bankacılık sistemi yükünü hafifletmek amacıyla yaptığı bir kısım düzenlemeleri 31 Haziran 2021 tarihine kadar uzatmasına ve bu kapsamda kredilerin takibe düşme süresini 90 günden 180 güne çıkaran uygulamayı da 30 Haziran 2021’e kadar uzatmasıyla ilgili 9.12.2020 tarihinde bir yazı yazmıştım. 

Okuyucunun oldukça ilgisini çeken o yazının önemli gördüğüm açıklamalarına dokunmadan  grafik ve içeriğini güncelledim. 

BDDK, işletmelerin yaşayacakları nakit akışı sorununun finansal bir probleme dönüşmemesi için 2020 Mart ayında aldığı kararla, 31.12.2020’ye kadar 2. grup krediye (yakın izlemedeki krediler-sorunlu krediler) geçiş süresini 30 günden 90 güne, 3. grup krediye (takipteki krediler) geçiş süresi de 90 günden 180 güne çıkarmıştı. 

Bu ne demek?

Önce onu yazalım ki net anlaşılsın.

Efendim, bu  düzenlemeden önce yürürlükteki bankacılık mevzuatına göre banka borcunun vadesini takip eden 90.günde borç taksidi bankaya ödenmemiş ise o krediyi bankaların takibe alması gerekiyordu. Bu nitelikteki alacaklara biz donuk alacak da diyoruz. Ya da uluslararası terminoloji ile söylersek NPL (Non Performing Loans). Kısaca, anapara ve faizi ödenemez hale gelmiş kredi. Türk bankacılık mevzuatına göre aşağıdaki tabloda da gösterdiğimiz gibi 3,4,5. GRUP kredilerin tamamı bu nitelikteki banka alacaklarını göstermektedir ve özetle takipteki alacaklar olarak anılır.

2.GRUP’taki Yakın İzlemedeki Krediler ve Diğer Alacaklar’a gelince; bunlar anapara ve faiz ödemelerinde  gecikme yaratacak şekilde borçlunun ödeme gücünde, nakit akımında olumsuz gelişmeler gözlenmesi, bunun gerçekleşeceğinin tahmin edilmesi veya krediyi kullananın önemli ölçüde finansal risk taşıması gibi nedenlerle yakından izlenmesi gereken, çeşitli nedenlerle anapara veya faiz ödemelerinin tahsili, vadelerinden veya ödenmesi gereken tarihlerden itibaren otuz günden fazla geciken, ancak 3.GRUP’ta sınıflandırma için gerekli gecikme süresi koşulunu taşımayan kredi ve alacaklardan oluşmaktadır.

Sözkonusu düzenleme ile getirilen bu öteleme imkanını kullanacak bankalar, takibe almaları gereken bir sorunlu krediyi 1 yıl süreyle takibe almadan normal kredileri içinde tutabilecek. Sorunlu borçlular için güzel haber!

Asıl soru; “Hangi sorunlu borçlular?” olmalı.

Yazalım…

Banka kredilerini ekonomik büyüme ve tüketim teşviki aracı olarak kullanmak, her durumda  ülke ekonomisini refaha götürmez. Bireysel borçluların kredi sorunlusuna dönüşmelerinin nedeni kendi basiretsizliklerinden daha çok uygulanan bu yöndeki ekonomik-finansal politikalardır. Bu birinci tespitimiz olsun.

İkinci tespitimiz de bir ekonomide kredi pedalına sonuna kadar basarak ekonomik büyüme yolunda sürat limitlerini aştığınızda, kendinizi yolun kenarındaki bir bankette bulma olasılığınız da yüksek olur efendim.

Banka varlıkları içerisinde en önemli pay kredilerdir. Türk bankacılık sektörünün toplam bilançosuna baktığınızda da aktif kompozisyonunun en büyük kısmı kredilerden oluşur (Eylül 2020 itibariyle bankacılık sektörünün 5.6 trilyon TL’lık toplam aktiflerinin (Varlıklarının) 3.5 trilyon TL’lık kısmı, yani  %63’ü kredilerden oluşmaktadır.) Bu nedenle, krediler, banka varlıkları içerisinde sorun oluşturabilecek en önemli kalemdir. Krediler yönünden en önemli risk ise borçlu tarafın, borçtan kaynaklanan yükümlülüklerini zamanında yerine getirememesi, diğer bir ifadeyle kredi kullanan tarafın temerrüde düşmesi ve ödemelerini gerçekleştirememesidir. Bu nedenlerle, bankaların vermiş oldukları kredilerin sorunlu hale gelme oranı, bankacılık sektörünü olduğu kadar reel sektörü de ilgilendirir. Hatta, ekonominin tamamını yakından ilgilendirir.

Daha önceleri de Türk bankacılık sektöründe sorunlu kredilerin toplam kredilere oranı, özellikle kriz dönemlerinde önemli ölçüde artmış ve hem bankacılık sektörünü hem de reel sektörü olumsuz yönde etkilemiştir.

Bankaların sorunlu kredilerinin çözümünde başlıca üç seçenek mevcut olup, bunlar;

  • Sorunlu kredilerin yeniden yapılandırılması suretiyle müşteri ile ilişkilerin devam ettirilerek tahsiline çalışılması (Öteleme),
  • Kredilerin hukuki takibe konu edilerek teminatların paraya çevrilmesi suretiyle tahsili,
  • Alacakların satışı yolu ile sözkonusu alacağın o günkü reel değerinin tahsili suretiyle banka bilançosu dışına çıkartılmasıdır.

Her üç yolun da uygulanmasına rağmen, sorunlu kredi rakamlarının büyümesi devam ediyorsa, ki kriz dönemlerinde böyle olur, konu ciddi yaklaşım ve farklı açılımlara başvurulmasını gerektirebilir.

Böyle söylüyoruz, ancak asıl olan bankaların uygun vade, tutar ve nitelikteki krediyi, uygun zamanda, uygun nitelikteki müşteriye vererek  sorunlu kredi miktarını minimize etmeyi başarmasıdır. Başarılı bir kredilendirme politikasının özü budur. Toplumun bankacılık sektöründen beklentisi de budur.

Tam bu noktada, genel olarak bankalardaki sorunlu varlıklar için de iki tanım verelim ki, konu tam olarak anlaşılsın.

“Sorunlu varlık (distressed asset) borçlu tarafın, borçtan kaynaklanan yükümlülüklerini zamanında yerine getiremediği kredi ve diğer borç araçları ile piyasalardaki dalgalanmalar nedeniyle önemli değer kaybına uğrayan gayrimenkul ve alacakların tamamıdır.”

“Piyasa koşulları, ilgili yasal düzenlemeler ve uygulamalar çerçevesinde temerrüt hali gerçekleşmiş, nakde dönmesi güçleşmiş ve hukuki takip süreci başlamış varlıklar (muaccel) sorunlu varlık olarak nitelendirildiği gibi sorunlu varlık kapsamına banka için giderleşme olasılığı güçlü görülen temerrüde düşmemiş (müeccel) krediler de girmektedir.”

Bu tanımlardan hareket ettiğimizde, banka varlıkları arasında yer alan 2.Grup, 3.Grup, 4.Grup ve 5.Grup kredilerin tamamını sorunlu alacak olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu anlamda, sorunlu alacak olarak nitelenen bankacılık sektörü sorunlu kredileri son 3 yılda %186 oranında artmış ve 533 milyar TL seviyelerine ulaşmıştır.

Aşağıdaki grafik 31.12.2020 itibariyle takipteki kredilerin % 4.8, 2.Grup kredilerin % 10.9 ve toplam olarak sorunlu kredilerin, mevcut kredi hacminin % 15.7’sine ulaştığını ortaya koymaktadır.

 

 

Türk bankalarının, bir süredir bilançolarında yüksek oranda sorunlu alacak yönettikleri biliniyor. Gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı çeşitli kuruluşlarca yapılan değerlendirmelerde, bugüne kadar gerçekleştirilen yapılandırma ile ötelemelerin vadesinin gelmesiyle bankalardaki sorunlu kredilerin daha da artmasının beklendiğine vurgu yapılıyor. Bu nedenle, sözkonusu oranın % 20’lere doğru yükselmesi de şaşırtıcı olmamalı.

Bu rakamlarla ilgili iki saptama daha yapmak gerekiyor:

  • Yakın izleme rakamının içine girmemiş, bu nitelikte başka kredilerin de mevcut olma olasılığı,
  • Takipteki alacak rakamının içerisinde ise bankalarca satılmış bu nitelikteki alacak rakamının bulunmadığı (2019 Yılında bankalar 10 milyar TL tutarındaki bu nitelikteki kredilerini varlık yönetim şirketlerine sattılar. 2020 Yılındaki takip alacağı satış tutarı ise 1 milyar TL civarında gerçekleşti. Halen varlık yönetim şirketlerinin elinde toplam 29.8 milyar TL’lık satın alınmış portföy mevcut).

Özetle:

  • Aralık 2020 İtibariyle Türk bankacılık sisteminde 150 milyar TL seviyesinde takipteki alacak, 383 milyar TL yakın izleme kredileri olmak üzere toplamda 533 milyar TL SORUNLU ALACAK mevcuttur.
  • Bu durumda, bankacılık sistemi toplam sorunlu alacak oranı %15.7; takipteki alacak oranı ise %4.8 seviyelerine yükselmiştir.
  • Bankalarca satılan takip alacakları dikkate alındığında takipteki alacak oranının %5’in üzerinde olduğu net olarak görülmektedir.
  • Sözkonusu oran ve rakamlar dikkat çekici seviyelerdeki seyrini sürdürmektedir ve üstelik yükselme eğilimi de devam etmektedir. BDDK, bu konuda ötelemeye yönelik yeni düzenlemeler yapmaz ise 2021 yaz aylarında sorunlu kredi rakamının 650 milyar TL düzeylerine çıkması sözkonusu olabilir.
  • Konuya özel-kamu bankası ayrımında yaklaştığımızda, kamu bankalarındaki sorunlu kredi oranlarının daha yüksek olduğu da başka bir gerçektir.

Tam bu noktada aklımıza “Zombi Şirket” kavramının gelmemesi de mümkün olmuyor ne yazık ki…

Bilindiği gibi iş dünyasında kullanılan zombi girişimci, devletten aldığı sayısız desteğe rağmen üretime katma değer sağlayamayan girişimci; zombi şirketler ise büyük heveslerle kurulup, zaman içerisinden fiilen iflas eden ama kağıt üstünde yaşamaya devam eden/ettirilen şirketler olarak ifade ediliyor.

Çeşitli ülkelerde zaman zaman zombi şirketlerin bankacılık sistemi tarafından verilmiş ve sorunlu hale gelmiş kredilerinin yüzdürülmesi suretiyle mevcut kredi sorunlarının ortaya çıkmasının geciktirilmesi de sıklıkla görülen bir uygulama.

Yani, kredi yüzdürme dediğimiz olay; aslında batık olan kredilerin yeni bir krediymiş gibi yapılandırılması, ötelenmesi,  özellikle hatırlı ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde siyasi bağlantılı banka müşterileri için sık kullanılan bir yöntem oluyor.  Dolayısıyla, yüzdürülen krediler aracılığıyla, önemli sayıda zombi şirket ekonomilerde varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Böylece, yapılan yüzdürme operasyonları sonucunda banka alacaklarının kötü hale gelmiş bir kısmının, kısa vadede ekonomiye nefes aldırırmış gibi görünürken, aynı zamanda bankacılık sektörü için bilanço aktifinin makyajlanması niteliği taşıdığı ve bu durumun var olan kalıcı sorunların üzerini örterek geleceğe taşıyor olabileceğine de dikkat etmek gerekiyor.

Bu yolun aşırı kullanımının tercih edilmesi halinde, zombi şirketleri destekleyerek, sistemi rahatlatmak için “Batmayan Şirket!” yaratmanın yolu da açılmış oluyor. Fatura ise verimsiz ve düşük katma değer yaratmaya devam eden bir üretim yapısının ülkenin kıt kaynaklarıyla finanse edilmesine devam eden verimsiz ekonomik birimlere her geçen gün yeni ilaveler yapılmasıyla ortaya çıkıyor.

Gerekli önlemler zamanında alınmaz ise bankacılık sektörü ve dolayısıyla da Türk ekonomisi  2001 krizindekinden daha kötü sonuçlarla karşı karşıya kalabilir efendim. Yazımızın güncellenmiş halinin son mesajı da budur.

 

 

blank
blank
A.Can Ayışık