TARIM VE HAYVANCILIK SEKTÖRÜNDEKİ GERÇEK SORUN
Last Updated on 20/06/2024 by ahmet can ayışık
Tarım sektörü, bir ulus devletin hem doğal gücünü hem de ekonomik gücünü yükselten stratejik bir sektördür.
Devlet destekli tarımsal geliştirme politikaları önce yozlaştırılarak, sonra da terk edilerek Türk köylüsü, Türk çiftçisi yoksullaştırılmış, işsiz bırakılmış ve mega köylerdeki niteliksiz işsiz ordusuna katılmak zorunda kalmıştır.
Üreticinin ürettiği ürünler en az 4-5 kat fiyat ile tüketiciye ulaşırken, üretici neden yoksullaşmaya devam ediyor?
Türkiye’de özellikle 1980’lerden başlayarak uygulanan tarım politikası, emperyalizmin gelişmekte olan ülkelerde ucuz işgücü depoları oluşturarak, yoksul ve eğitimsiz işsizler ordusu yolu ile bu ülkeler arasında emperyalist çıkarlara hizmet etme rekabeti yaratma stratejisine uyumludur.
Kooperatifleşme, Türkiye gibi ortalama tarımsal üretim ölçeğinin küçük olduğu ekonomilerde neden gereklidir?
Türkiye, özellikle ikinci büyük savaştan sonraki dönemde dış güçler tarafından milli gücü azaltılmak istenen bir devlet durumundadır…
Geçenlerde İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince “Faize değil domatese bakın” dediğinde enflasyonda durdurulamayan yüksek gidişte, finans sektörünün değil, tarım sektörünün daha fazla etkin olduğunu bir kez daha vurgulamak istemişti. 8.5.2015 Tarihinde bir TV kanalında enflasyon konusunda yorum yapan değerli hocam Yaşar Erdinç ise , ertesi gün yazdığı makalede, program sırasında gönderilen birkaç tweete yer verdi. İşte o tweetler:
“Afyon’dan tweet atan bir patates üreticisi, tohumları Hollanda’dan aldıklarını, orada 500 euro olan tohumun kendilerine 1500 euro’ya satıldığını, bunun bir soygun olduğunu yazdıktan sonra, ilginç iddialarda da bulundu. Tohumlara özel virüs konulduğunu sonra da bu virüse karşı ilaç almak zorunda kaldıklarını belirttikten sonra, patatesin bu fiyatı ile bile para kazanamadıklarını söyledi.
30 yıldır çiftçilikle uğraşan bir ziraatçı, ziraat meslek liselerinde artık bu bölümlerin olmadığını ve saha elemanı bulamadıklarını söylerken, Yozgat’tan yazan bir izleyici çiftçilik yapanların, tarlalarını satarak göçe başladıklarını, 23 hanenin köyü terk ettiğini söylüyordu.”
Aşağıdaki alıntı da Güngör Uras’ın 5.9.2014 tarihli yazısından:
Ağustos’ta gıda ve alkolsüz içecek fiyatları yıllık yüzde 14.44 arttı.
Merkez Bankası’nın dün açıklanan ‘Ağustos ayı fiyat gelişmeleri raporu, enflasyondaki tırmanışın nedenini gıda maddeleri olarak gösteriyor.
İyi de gıda maddelerinin fiyatı neden artıyor? Bu konuya kimse değinmiyor.
Gıda maddeleri fiyatı artıyor. Artacak. Çünkü tarım politikamız yanlış. çünkü tarımda üretici maliyetin altında satış yapma durumunda kaldığı için üretimi artıramıyor. Çünkü tarımda arz artmıyor. Çünkü gıda maddelerinde arz talebi karşılayamıyor. Çünkü aracılar üreticiyi istismar ederek, üretici sırtından para kazanıyor.
TZOB’nin belirlemelerine göre üretici, pazar ve market fiyatlarındaki çarpıklığı dikkatlerinize sunmak istiyorum:
Domatesi üretici 75 kr’den satıyor. Markette tüketici en az 2.61 ödüyor. Üretici, tüketici arasında domates fiyatına 1.86 TL fark biniyor. Bu farkın bir bölümü nakliye ve pazarlama gideri ama… El insaf.. Üretici, tüm riski üzerine alarak 75 kr’den satmış.
Kuru fasulyeyi üretici 3.25 TL’den satıyor. Markette 9.02 TL. El insaf… Suç üreticide mi?
Türkiye’de en büyük tarımsal sorunların başında üreticimizin ürettiği ürünlerin yaklaşık 4-5 kat fiyatla tüketiciye ulaşması geliyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği verilerine göre Şubat/2015 itibariyle:
Maydanoz 5,7 kat, kuru incir 4,7 kat, portakal 4 kat, lahana 3,8 kat, karnabahar 3,5 kat, kuru üzüm, marul, elma 3,3, nohut 3,1, kuru kayısı 3 kat fazla fiyata tüketiciye ulaşıyor. Üreticide 17 kuruş olan maydanoz markette 97 kuruşa, 5 lira 50 kuruş olan kuru incir 25 lira 60 kuruşa, 58 kuruş olan portakal 2 lira 34 kuruşa, 43 kuruş olan lahana 1 lira 65 kuruşa, 1 lira olan karnabahar 3 lira 80 kuruşa satılıyor. Yine üreticide 3 lira 50 kuruş olan kuru üzüm markette 11 lira 63 kuruşa, 79 kuruş olan marul 2 lira 62 kuruşa, 1 lira 5 kuruş olan elma 3 lira 45 kuruşa, 2 lira 26 kuruş olan nohut 6 lira 92 kuruşa, 11 lira kuru kayısı 33 lira 23 kuruşa tüketiciye ulaşıyor.
Türk tarım ve hayvancılığı, ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren benimsenen devlet destekli tarımsal geliştirme politikalarının önce yozlaştırılması, sonra da terk edilmesi ile bu noktaya bilerek getirilmiş durumdadır. Türk köylüsünün, Türk çiftçisinin yoksullaştırılması, tarım sektöründen kaçışı tetikleyerek ve adeta bu hatalı politikalar sonucunda çarpan etkisi de yaratarak “çılgınca bir köyden şehire kaçış” olgusu haline gelmesiyle sonuçlanmıştır. Bu süreçte, yüzbinlerce köylü/çiftçi ailesi işsiz bırakılmış, yoksullaştırılmış ve mega köydeki ucuz işsiz depolarına katılmaya zorlanmıştır.
Özellikle, bazılarınca mega köy olarak da tanımlanan İstanbul’daki altyapı ve üstyapı çarpıklıklarının tamamı, uygulanan yanlış politikalar sonucu ortaya çıkmış, şaşırılmaması gereken bir durumdan ibarettir. Sonuçta kentleşememiş yığınların çoğunun mutsuz olarak yaşadığı ve boğaz tokluğuna çalıştığı bir mega köy yapısı ortaya çıkmıştır. Bu yapı, emperyalizmin, az gelişmiş ülkelerde ucuz iş gücü depoları oluşturarak, yoksul ve eğitimsiz işsizler ordusu yolu ile bu ülkeler arasında emperyalizmin çıkarlarına hizmet etme rekabeti yaratma stratejisi ile uyumludur. Türkiye, bu stratejiye tam anlamıyla teslim olmuş durumdadır. Tabii, sözkonusu çarpık ve tam oluşmamış değerler sistemi, öncelikle kendi çarpık rant alanlarını ve haksız kazançlarının oluşmasına izin veren, sonraları ise bu haksız kazançları adeta teşvik ederek kendi çarpık yapısını ve çarpık değerler sistemini besleyen rant yönetim örgütlerini meydana çıkarmıştır. Türk siyasal yapısı da kendisini bu adaletsiz rant yapısının etkisinden kurtaramamıştır. Sonuçta, bu büyük mega kent/köy yapısı içerisinde olması gereken çevresel değerleri gözeten hizmet ve insan mutluluğu anlayışı, vahşi ve duyarsız rant iştahına kurban edilmiştir.
Türkiye’de tarım üretim birimlerinin çok küçük parçalı olması en önemli yapısal sorunlardan biridir. Bu anlamda, arazi toplulaştırması yapılması, kaynakların etkin kullanılması ve verimlilik yönlerinden önem taşımaktadır. Tarım ve hayvancılıkla ilgili üretim birimlerinin ortalama büyüklüğünün optimal ölçülerin altında olması halinde, küçük üreticilerin tacirler karşısında pazarlık güçlerinin olmaması da çok doğaldır. Küçük ölçekli üretim birimleri, üretimlerini kendi imkanları ile büyük kentlere ulaştırma imkanına sahip değillerdir. Devletin kooperatifleşmeyi etkin olarak düzenlemesi, öncülük etmesi ve desteklemesi halinde, ortalama üretim birimlerinin küçüklüğünden kaynaklanan sorunların aşılması mümkün olabilir. Ancak, ne yazık ki, ülke uygulamamız bu konuda da çok başarılı olamamıştır. Tarladan, büyük merkezlerdeki sofralara gelen tarımsal ürünlerin 3-4 kez el değiştirmesi önlenemeden bu sorunun da çözülmesi zor görünmektedir.
Burada, bir ara verip, bir başka kavrama dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir devletin, bir ülkenin milli gücü deyince ne anlarız? Soru bu…
Benim kabul ettiğim tanım; “Milli güç, milli bir devletin, savaşta ve barışta silahlı ve sivil güçleriyle birlikte, milli hedeflere ulaşmak için siyasal, ekonomik ve psikolojik güçlerini kullanma bilim ve sanatıdır” şeklindeki tanım. Bu tanım ABD kaynaklı bir tanım. Tanım gereği, bir devletin sahip olduğu tüm kaynakların, devletin milli amacı için kullanılma yetenek ve kapasitesini milli güç olarak dikkate almamız gerekmektedir. David Jablonsky, milli gücü oluşturan unsurları ise şöyle sayıyor:
- Coğrafya
- Nüfus
- Doğal kaynaklar
- Ekonomi
- Teknoloji
- Askeri güç
- Siyasal güç
- Psikolojik güç
- Enformasyon gücü.
Bu anlamda, bir ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin tamamı doğal kaynak sayılmalıdır. Tarım sektöründe yapılan üretim, yukarıda belirtilen unsurlardan hem doğal kaynaklar hem de ekonomik güç anlamında ülkenin milli gücünü etkiler. Yani tarım üretimi, bir milli devletin hem doğal kaynak gücünü hem de ekonomik gücünü yükselten önemli/stratejik bir sektördür.
Siz bir milli devlete kötülük yapmak istediğinizde, milli gücünü azaltmak istersiniz ve o zaman milli gücünü oluşturan unsurlardaki durumunu bozmaya, güçsüz hale getirmeye çalışırsınız. Böylece, o ülke, uluslar arası arenada göreli olarak güçsüz hale gelir.
Türkiye, özellikle ikinci büyük savaştan sonraki dönemde, dış güçler tarafından milli gücü azaltılmak istenen bir devlet durumundadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, tek kutuplu bir hale gelen dünya arenasında en çok güçsüzleştirilmek istenen milli devletlerden biri Türk Milli Devleti’dir. Özellikle IMF ve benzeri kuruluşlar tarafından Türkiye gibi az gelişmiş/gelişen milli devletlere dayatılan “özelleştirme” önerilerine bu gözle de bakılması gerekmektedir. Tarımdan gidersek, yapılan özelleştirmeler Türk köylüsünün ve Türk tarımının/hayvancılığının gelişmesine mi katkıda bulunmuştur, yoksa, cumhuriyetin büyük umutlarla kurduğu ve özelleştirmeler sonucunda kapatılan/satılan bu kuruluşların bıraktığı boşluk doldurulamamış mıdır?
Hatırlatma anlamında, bu tarım sektörü ile ilgili kuruluşlardan birkaçını yazayım:
- Köy Enstitüleri
- Türkiye Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü
- Tekel
- Toprak Mahsulleri Ofisi
- Türkiye Zirai Donatım Kurumu
- Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
- Etibank
- Sümerbank
- Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ
Hepsi de, yozlaştırılmadan önceki halleri ile sektöre ve milli ekonomiye önemli hizmetler yapan, üretim ve istihdam yaratan, ülkemizin köylüsüne ve çiftçisine hizmet veren kuruluşlardır.
Bu kuruluşlar yok edildiğinde devlet ekonomik alandan çekildi mi?
Bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde devlet hala en büyük işveren, iş dağıtan ve servet dağılımını belirleyen yapıdır.