Spor Etik Kurallara Uygun, Adaletli ve Eşit Koşullarda Yürütülen Bir Etkinliktir.
Spor, Sportif Kurallar İçinde Kalınarak Yapılacak Yarışmalardır.
Spor endüstrisinin bugünlere gelmesindeki en önemli inovasyonlardan birini gerçekleştiren Edwin Budding kimdir?
Küresel dünyanın temel yaşam formunun kent yaşamına evrilmesi, teknolojik gelişmeler ve günümüz kentsel yaşamındaki göreli yüksek refah standardında yaşama isteği, dünya nüfusunun giderek daha büyük kısmının kırsal yaşam formundan uzaklaşmasına yol açmıştır. Hem bu durum hem de teknolojik gelişme destekli üretimde, günlük yaşamın her evresindeki teknolojide ve teknoloji destekli tüketimde meydana gelen teknolojik refah toplumuna evrilme olgusu insanların gitgide daha az fiziksel aktivite ile yaşamını idame ettirmeye zorlamaktadır.
Özellikle refah toplumlarında beyaz yakalılaşma olarak adlandırılan masa başı işlerde çalışan sayısının büyük ölçüde artışı gibi ilave faktörler de hareketsizleşme baskısı altındaki birey sayısını daha da artırmaktadır.
Şu anda dünyadaki obez insan sayısı 1 milyarı geçmiş durumdadır. Sonuçta; kentlerde veya kırsalda yaşamaktan bağımsız olarak, küreselleşerek bollaşan tüketim ürünleri ve refah teknolojileri bizleri fiziksel aktivite yönünden nesilden nesile daha da tembelleştirici etki yaratmaktadır.
Bu noktada, insanların hareketsizlik kaynaklı sağlıkla ilgili sorunlardan kaçınabilmelerini sağlamak amacıyla, günlük yaşamlarında daha fazla fiziksel aktivite yaratma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. İşte bu ihtiyaç spor sektörünün günümüzdeki gelişmesinin de en büyük tetikçilerinden biri durumundadır.
İnsanlık tarihinin ilk evrelerinde, insan içgüdüsel olarak çeşitli yaşamsal davranışlarda bulunmaktaydı. Bu içgüdüsel fiziksel hareketler çoğunlukla yaşamda kalma ve kendini koruma ile ilgiliydi. Temel yaşamsal içgüdü yaşamak ve neslini sürdürebilmekti. Beslenme, kendine yaşam alanı yaratma, barınma, kavga/dövüş ve savaş vs. gibi aktivitelerin hepsi temelde sözkonusu içgüdünün türevleriydi. Zaman geçtikçe, insan başlangıçta içgüdüsel olarak yaptığı hareket ve davranışları, aklını da kullanmayı keşfederek başlangıçtakine göre çok daha organize hale getirebilmiştir. Bu anlamda, ilk insansı sportif etkinlik büyük olasılıkla, “avlayacağın av kadar, seni avlayacak olandan kaçacak kadar hızlı koş” etkinliği olmalıdır. Atalarımızın ilk bedensel alıştırmaları büyük olasılıkla av-avlanma kaynaklıydı.
Cilalı taş döneminde yerleşik düzene geçtiği bilinen insan, çevresine ve doğaya hükmetmeyi öğrendikçe -ki hayvanları evcilleştirmesi de bunun bir parçasıdır- daha güçlü ve becerikli bir bedene sahip olma yollarını aramaya başlamıştır. Çünkü, bedensel güçlülük hem bireye hem de topluma benzerleri arasında yaşam avantajı sağlayan önemli bir faktördü. Teknolojik imkanların çok az olduğu bir ortamda, insan-hayvan, insan-insan, toplum-toplum arasındaki temel rekabette bedensel güç öne çıkmaktaydı. Aynı şekilde, toplum içerisindeki liderlikte de en önemli faktör buydu. Bütün savaşlar da öncelikle beden gücüne dayanmaktaydı.
Beden eğitimi ve spor hareketlerini belli bir program ile uygulamaya bașlayarak, bunu genel eğitim sisteminin bir parçası sayan ilk topluluk eski Yunanlılar olarak bilinmektedir. Antik çağlarda Yunanlılar’ın gymnasiumlar, palestralar ve stadyumlarda; koşma, disk atma, atlama ve top oyunları oynadıkları, M.Ö. 2500’den başlayarak Mısırlı askerlerin savaş ve güreş çalışmaları yaptıkları da bilinmektedir. Ancak, son yapılan arkeolojik çalışmalar, modern anlamda sporun ilk izlerinin Sümer’lerde ortaya çıktığını göstermektedir.
Eski Yunanlılar’da görülen araba yarıșları, güreș, boks, koșu ve cirit atma yarıșmalarının çok daha eski tarihlerde Sümerler tarafından da yapıldığı anlaşılmış bulunmaktadır. Bunun gibi Asur ve Babillilerin vücut alıştırmalarına oldukça önem verdikleri, paralı askerlerden oluşan okçularının, süvarilerinin, araba sürücülerinin, mızrakçı ve sapancılarının kendi branşlarında sürekli antreman yaptıkları da ortaya çıkmıştır.
Bu topluluklarda kral ve yönetici sınıfında olanların, halk üzerindeki etkileri üstün fiziki güçlülük ile bağlantılı görülmekte ve bu nedenle bedenlerini geliştirmek için çeşitli bedensel çalışma teknikleri uyguladıkları anlaşılmaktadır. Etiler, Güneș Tanrısı Teșup’un șerefine düzenledikleri șenliklerde iki tekerlekli arabalarla yarıșır, kazananın başına Eti kızları tarafından tapınakta kutsanmıș biradan dökülür, üzerine çiçekler serpilir ve șarkılar söylenirdi. Bu șenliklerde güreșler, kılıç oyunları, at yarıșları, yüzme ve atıcılık faaliyetleri de yapılırdı. İyi savaşçı olmalarıyla bilinen Ispartalılar, eğitimde yurttaşın savaş gücünü geliştirmeyi birincil amaç edinmişlerdi. Bunun için doğan çocuklar bedensel güçlülük ve eksiklikleri yönünden kontrolden geçirilir, zayıf bedenli olacağına kanaat getirilenler öldürülürdü. Belirli yaşa gelen erkek çocuklar ailelerinden alınır ve savaşçı olacak şekilde çok zorlu bedensel eğitimden geçirilirdi. Eğitimin önemli bir başka ögesi koşulardı. Ayrıca disk, cirit atma, eskrim, boks, güreş ve top oyunları ile gençlerin çok yönlü gelişmeleri amaçlanırdı. Isparta yasaları kısa fakat özlü konuşmayı, sağlam ve kesin iş yapmayı emrediyordu. Isparta’da kızlar da vücut gücü, beceri, sağlamlık, cesaret, șan ve șeref bakımından erkeklerden geri değillerdi. Isparta kızları her dört yılda bir Elis’te Hera șerefine düzenlenen ve sadece kızların katıldığı Hera bayramlarında yarıșırlardı. Ispartalı bir kadının, dövüşte bir erkeği yenmesi şaşılacak bir durum değildi.
Eski Yunanlılar tanrıları adına çeșitli törenler düzenlerlerdi. Bunların en ünlüsü ve eskisi Olimpia’da yapılan olimpiyat oyunlarıdır. Tanrı Zeus’u anmak ve bölgede barıșı sağlamak amacıyla yapılan bu yarıșmalar, zamanla yerini Yunan site devletlerinin birbirlerine üstünlük kurma mücadelesine bırakmıștır. Bir ilginç bilgi, savaș hâlinde bulunan Yunan site devletlerinin, çok önemsedikleri antik olimpiyat oyunları nedeniyle savaşlarına ara verebildikleridir.
19.Yüzyılda, eski olimpiyat ruhu yeniden keşfedilerek olimpiyat oyunları çerçevesinde en büyük uluslararası spor organizasyonu olarak düzenlenmeye başlandı. Olimpiyat oyunları kapsamında spor yapmanın temel amacı;
İnsanın bedensel gelişimi kadar manevi gelişimine de katkı sağlamak olduğunu anlatmak,
Daha huzurlu ve barışçı bir dünya için gençlerin spor yoluyla dost olmalarını ve birbirlerini anlamalarını sağlamak,
Dünyanın dört bir tarafındaki sporcu gençleri, olimpiyat oyunları dediğimiz büyük spor şöleninde bir araya getirmek,
Evrensel bir iyi niyet ortamı yaratmak ve geliştirmek amacı ile olimpizm prensiplerini dünyaya yaymaktır.
Modern olimpiyat ruhu üç latince sözcükten esinlenmektedir;
CITIUS (Daha hızlı)
ALTIUS (Daha yüksek)
FORTIUS (Daha güçlü)
Spor, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde” var olma – yok olma” mücadelesinin bir yansıması olarak bir çeşit savunma ve saldırı etkinliği durumundayken, zaman içinde, toplumlar arası ilișkileri geliștiren, sevgi ve barıșı temsil eden geniş bir etkinlikler platformu durumuna gelmiștir.
İnsanın organize olma/etme yeteneği, sporu, insanların kendilerini geliştirme, daha sağlıklı yaşayabilme, üstün gelme ve başarılı olma arzularını tatmin etme işlevlerini karşılayabilecek çok olumlu bir platforma dönüştürmesini olanaklı kılmıştır. Elbette ki, küreselleşen kapitalist sistem, doğasındaki para kazanma/kar etme felsefesine uygun gördüğü spor sektörünün günümüzdeki unsurlarının oluşum ve gelişiminde fevkalade itici/geliştirici rol oynamıştır.
Günümüzde spor denildiğinde; İnsanın doğal yeteneklerini geliştiren, önceden belirlenmiş kurallar dahilinde bireysel veya grup halinde, maddi ve manevi varlığı geliştirici mahiyetteki rekabetçi, dayanışmacı bir kültürel etkinlikler bütünü anlaşılmaktadır.
Sistemli/düzenli spor yapan, özellikle turnuva ve organizasyonlara katılan bütün sporcular çeşitli araç/gereç ve malzemeler kullanırlar. Kullanılan bütün bu araç/gereç ve malzemelerin üretilmesi, dağıtılması, satılması ve tanıtılması gerekir. Bunların üretilmesi için de birilerinin bu ürünlerin üretimine yatırım yapması gereklidir. Üretilen bu ürünler kullanılarak ulusal veya uluslararası bazda çeşitli organizasyonlar yapılması ve yapılan organizasyonlara katılımın teşvik edilmesi sürecin devamı için önemlidir. Böylece, bireysel ve ulusal başarı öyküleri/kahramanları yaratılarak hem olumlu imaj oluşturulur, hem de maddi ve manevi olarak sağlanan başarı ödüllendirilir. Günümüzde uluslararası spor karşılaşmaları, ulusların/devletlerin/sistemlerin kurallı rekabet alanlarınının en etkinlerinden biri durumundadır. Yarışma ödülü, ödül kazanan sporcunun alacağı bir madalya, ülkesinin imajına katkı ve kullanılan malzemeyi üreten üreticinin kasasına fazladan giren para olabilir. Bu platformun içerisinde yer alan bütün unsurlar, maddi ve manevi kazanç elde etme güdüsüyle teşvik edilirlerken, ekonomik büyümeye de katkı yaparlar. Sporcunun maddi/manevi kazancı, kulübün (Alt topluluk) maddi/manevi kazancı, ülkenin (toplumun) maddi/manevi kazancı ve küresel ekonominin (Dünya ekonomisinin/toplumunun) maddi/manevi kazancı olur. Bu nedenle, spor, günümüzün küresel ekonomik dünyasına maddi ve manevi katkı yaratan çok önemli bir sektördür.
Spor sektörü, günlük yaşamın içerisine dahil olduğu ölçüde, küresel dünyadaki en yoğun endüstriyel rekabet alanlarından da biri haline gelmiştir. Sporcuların/takımların rekabeti, spor endüstrisinin rekabetine dönüşmüş ve bu küresel pazardan herkes daha büyük pay alabilmeyi amaçlamıştır. Dünyada spor için üretilenler sadece fabrikalardan çıkan spor malzemeleri değildir. Sporla ilgili her türlü altyapı tesisi, spor için yapılan organizasyonlar, sponsorluklar ve onlarla ilgili her türlü reklam, pazarlama, iletişim, hukuk, finans ve satış etkinlikleri ile oynanan bahisler gibi çok geniş bir alanda dünya nüfusunun çok geniş bir bölümünün önemli ilgi alanı haline gelmiş bir sektörden söz etmekteyiz. Bu sektör öyle bir sektördür ki, sporu aktif olarak yapanlardan çok daha fazla sayıda insanı izleyici/taraftar kitlesi olarak milyonlarca insanı etkilemekte, onları belirli harcamalar yapmaya, diğer bir deyişle sözkonusu ekonomik sektöre dahil olmaya itmektedir. Her ciddi taraftar, tuttuğu takımın yada yarışmacının maçına gitmek ister, onunla ilgili satılan ürünlerden/formalardan almak ister vb.
Böyle büyük bir pastadan yasal olanların yanında yasa dışı bir kısım unsurların da pay alması kaçınılmazdır. Özellikle, bahisler ve korsan ürün üretimi yoluyla pastanın önemli bir dilimi de yasa dışı unsurların kasasına gitmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, spor sektörü yarattığı istihdam yönünden de çalışan sayısına çok önemli katkı yapan bir sektördür. Spor endüstrisinin, diğer sektörlerle yakın ilgisinin bulunması nedeniyle, aslında bu sektör için yaratılan katma değerin önemli bir kısmı diğer sektörlerin yarattığı katma değer kapsamında raporlanmaktadır. İstihdam konusunda da benzer bir durum sözkonusudur. Sanıyorum ki spor sektörünün büyüklüğünün ve yarattığı katma değerin tespitine yönelik çok daha fazla araştırma yapıldığını önümüzdeki yıllarda görüyor olacağız.
Taraftarlık konusuna geldiğimizde şunu söylemeliyiz. Birey olarak insan sporun aktif unsurlarından biri olduğu gibi ve/veya izleyici/taraftar olarak da aynı zamanda sporun pasif unsurlarından biri durumundadır. İster aktif ister pasif unsur durumunda olsun, insan birey olarak, taraftar olarak yaptığı harcamalar nedeniyle, aslında her zaman için spor ekonomisinin büyüklüğüne olumlu/önemli katkı sağlamaktadır. Şöyle de söyleyebiliriz; aktif profesyonel ve amatör spor yapanların dışında, izleyici durumunda olan insanlar da hem taraftar olarak, hem de birey olarak çeşitli şekillerde spor ekonomisinin en önemli aktörleri haline gelmişlerdir. Spor sahalarında, parkurlarında, pistlerinde ve her türlü spor alanlarında lisanslı spor yapanların dışında, lisanssız spor yapanlara yönelik ürün üretiminde de son yüz yılda patlama yaşanmaktadır.
Dünya spor endüstrisinin minimum 600 milyar USD civarında bir büyüklüğe ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu pazarın içinde oyuncular, çalıştırıcılar, üreticiler, satıcılar, pazarlamacılar, tüketiciler, destek personeli, sponsorlar, reklamcılar, finansçılar, yatırımcılar ve bahisçiler, hatta siyasetçiler ve mahalli yönetimler gibi çok çeşitli unsurlar yer almaktadır. Spor giyim ve ekipmanlarını içeren spor malzemelerinin payının ise 300 milyar dolar civarında olduğu hesaplanıyor.
Sözkonusu spor endüstrisinin bu boyuta gelmesindeki en etkili isimlerden biri kimdir, bilir misiniz?
Edwin Budding (1796-1846).
“Çim Adam” lakaplı Edwin Budding çim biçme makinesini icat eden bir İngiliz mühendistir. Yerel bir tekstil atölyesindeki dinkleme silindirinin içindeki bıçağın kullanımından esinlenerek, o güne kadar kullanılan tırpan yerine geçecek elle itilerek kullanılan bıçaklı bir çim biçme makinesini icat etmiştir.
Böylece, çim biçme makinesinin icadı ile daha önce kesilmemiş otlarla kaplı tarlaların yeşil çim “oyun sahalarına” dönüşerek yaygınlaşmasının yolu açılmış oldu. Futbol, tenis, kriket 19.YY itibariyle makul şekilde bakımı yapılabilen çim sahalara kavuşunca hızla yaygınlaşmaya ve endüstrileşmeye başladı.
Dolayısıyla, çim biçme makinesi, spor endüstrisinin hızla büyümesine yol açan en önemli inovasyonlardan biridir.
Ve inovasyonsuz rekabetçi endüstri olamaz.
Neyse, dağıtmadan spor kavramlarından devam edelim…
Sportif rekabet, sportif yarışma demektir. Sportif yarışma da kurallı yarışmadır.Spor etik kurallara uygun, adaletli ve eşit koşullarda yürütülen bir etkinliktir. Bu nedenle de hakemlik müessesesi gibi bir kuruma, kurallara illegal müdahaleleri önlemek, yarışmanın adaletli ve eşit koşullarda yapılmasını güvencelemek için ise denetleyici ve yönetici çeşitli üst kurumlara ihtiyaç duyar. Bu kurumların düzgün oluşturulamaması veya düzgün çalıştırılamamaları halinde çeşitli menfaat gruplarınca yarışmaların manipüle edilmesi mümkündür.
Sporla ilgili yarışın önemli bir grubu spor kulüpleridir. Spor, takımların/oyuncuların sportif kurallar içinde kalarak yapacağı yarışmalardır. Oyun, oyun için ayrılan platformda oynanır.
Sözkonusu sportif yarışmaya/rekabete, o kulüplerin taraftarlarının oyun sahası dışında birbirlerini yok etmek için katılmaları sportif rekabetin dışına çıkılması demektir ve kesin olarak engellenmesi gerekir. Tuttuğu takımın maçına döner bıçağı ile gelen taraftar ya savunma ya da saldırı amacıyla o bıçağı taşımaktadır. Her iki durumda da olay sportif rekabetin sınırlarını aşmıştır. Normalde, takım taraftarları arasında kısa vadede çatışma durumu mevcut olabilir. Ama uzun vadede her spor izleyicisi, taraftar da olsa sportif rekabetin gerektirdiği kısa süreli kontrolsüz çatışmalar dışında, küresel bazda sporun gelişmesinden yanadır. O zaman, burada çatışma kavramından ne anlamamız gerekiyor ona bakalım. “Çatışma; bireylerin/toplulukların arzu, ihtiyaç ve her türlü çıkarlarını karşılamak güdüsüyle birbiriyle uyumsuz amaçlar taşımaları durumu ve tarafların sözkonusu amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik eylemde bulunma iradesi” olarak tanımlanabilir. Spor izleyicilerinin arzu edilmeyen ve sportif rekabete aykırı çatışmaları, oluştuklarında, kısa süreli kontrolsüz çatışma kapsamında tutulması gereken eylemler olmak durumundadır. Devletin toplumsal güvenlik unsurları ve insansı sağduyunun etkisiyle sağlanır bu sonuç.
Özellikle ülkemizde, son yıllarda giderek daha sıklıkla, amaca yönelik eylemde bulunma iradesi bir kısım taraftar gruplarınca rahatlıkla silahlı çatışma boyutuna taşınabilmektedir. Kültürümüz buna uygundur. Aileden başlayarak şiddet içeren bir ortamda doğuyor, büyüyor, okula gidiyor ve çevremizde şiddet öğeleriyle iletişen bir toplumsal ortam görüyoruz. Yaşamımızın her alanında fiziksel şiddet öne çıkmaktadır. Ülkemizi ve spor kulüplerini yönetenler fiziksel şiddeti ciddi olarak önlemeye yönelik samimi davranış (insansı sağduyu eksikliği) göstermemektedirler.
Oysa, sportif rekabeti, spor etiği dışındaki kurallar alanına çekersek, farklı bir şey yapmış oluruz. Spor kulübü taraftarlarının takımlarının sahada yapamadığını, saha dışında rakip kulüp taraftarları ile silahlı çatışma yaratarak sürdürme bilinçsizliğinin temel nedeni sportif rekabet kültüründen uzak olmalarıdır. Çünkü, bu taraftar topluluğunun büyük bir çoğunluğu, aktif olarak kurallı sportif mücadele geleneğine sahip olamamıştır. Büyük bir çoğunluğu kurallı spor yapmamış ve sportif kültür almamıştır. Büyük ihtimalle, kendilerinden önceki nesilleri de benzer durumdadır.
Burada bir başka soru sorulabilir; bundan 20 yıl önceki taraftar kitlesinin çok daha az şiddete eğilimli olması, o dönemde bugünkünden çok sayıda aktif spor yapan taraftar olmasından mı kaynaklanmaktaydı? Hayır. Ama şiddete başvurmayı önleyen başka faktörler vardı. Örneğin; bugünkü düzeyde taraftar grubu örgütlenmesi ve şiddeti bir rekabet unsuru olarak kullanan bilinçsiz taraftar derneği yönetimleri yoktu. Örneğin; O zamanki kulüp yöneticileri çok daha sportif rekabete uygun davranmaktaydılar. Örneğin; o zamanlarda çok daha bütünselleştirici bir devlet spor/kültür politikası uygulanmaktaydı ve o dönemin yöneticileri birleştirici kültürü sürdürmeye özen gösterirlerdi. Özetle, ayrılıkları faylayan toplumsal kırılganlık tohumları henüz toprağa atılmamıştı.
Belirtilen nedenle, Türk toplumunda, gelinen aşamadan sonra sporda yaygın şiddetin kalıcı olarak önlenmesi için okul-aile yaşamına kurallı sportif rekabetin dahil edilmesi, toplumun çok daha büyük kesiminin küçük yaşlardan itibaren aktif kurallı sportif rekabet içerisine dahil edilmesini sağlayacak mekanizmaların devlet tarafından oluşturulması gerekir.
Elbette, bu uzun vadeli bir süreç olmak durumundadır. Bu sağlanana kadar geçecek sürede ise devletin, ciddi yasal düzenlemeler ve uygulamalar ile sportif rekabette geniş taraftar kitlelerinin vandalizminin ve sportif rekabeti savaş gibi algılamasının önüne geçmeyi başarması önem taşımaktadır.
Sportif rekabeti kan davasına, taraftar düşmanlığına, sen kötüsün ben iyiyim, seninle ilgili herşey kötü, benimle ilgili herşey iyi, sen yoksun ben varım, benim olduğum yerde sen olma, ben seni saha dışında yok edeceğim kavgasına dökemeyiz. Dökersek bu sportif rekabet olamaz. Sportif rekabetin saha dışında da sürmesi için rekabet edebilecek nitelikte taraftarlar olması gerekir. Böyle bir taraftar kitlesinin yaratılmasında en büyük rol devleti yönetenlere düşmektedir. Sonra da kulüp yöneticileri ve sporla ilgili bütün denetleyici/düzenleyici kurumlara. Türk okulundaki, kağıt üzerindeki beden eğitimi komedisine son verilmesi ve Türk eğitim sisteminin lisanslı sporcu sayısına destek olacak şekilde yeniden tasarlanması, hem sportif rekabet kültürüne sahip nesiller yetiştirilmesi hem de Türk neslinin daha sağlıklı hale getirilmesi için zorunludur.
Son söz; ülkemizde sporda şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, toplumsal yaşamın her alanındaki fiziksel şiddeti ve küfür bazlı kültürü yok edecek toplumsal/kültürel dönüşümü sağlamaktan geçmektedir. Spor, toplumumuzda fiziksel şiddetin olduğu tek alan değildir. Bu nedenle, tek konu olarak ele alınırsa uzun vadeli çözüm sağlanması da mümkün olamaz. Ancak, bu yapıldığında Türk kulüplerinin, Türk üreticilerinin ve topyekün ülkemizin küresel spor ekonomisine çok daha fazla katma değer yaratması (Çok daha büyük pay alması) mümkün olacaktır. Asıl önemli olan, ülke olarak küresel spor ekonomisine çok daha fazla katma değer yaratarak katkıda bulunulmasının sağlanmasıdır.
Ve çok önemli bir soru sorarak bitirelim: Siz spor endüstrinizde kendi çim biçme makinenizi icat edebildiniz mi?