13/12/2024
EMPERYALİZM VE SAVAŞGLADİO VE KONTRGERİLLA

NETFLIX’DE YAYINLANAN KULÜP DİZİSİNDE YER ALAN 6-7 EYLÜL OLAYLARI

Last Updated on 20/03/2024 by ahmet can ayışık

blank

 

 

 

Netflix’de yayınlanan Kulüp dizisinde yer alması nedeniyle 6-7 Eylül 1955 olayları yeniden gündemde…

Yeni nesil çok fazla bilmediğinden sözkonusu olaylarla ilgili doğru bilgileri, “masal” değil gerçekleri okumak isteyen “bilgedunyali.com” okuyucusu ile paylaşmakta fayda gördük.

the club dizisi tanıtım fotoğraf

6-7 Eylül 1955’de başta İstanbul olmak üzere yurdun bazı bölgelerinde gayrimüslim azınlığa karşı gerçekleştirilen bir kısım toplumsal saldırı olayları meydana geldi. Olaylar esas olarak Rum azınlığı hedef almış olmakla birlikte, diğer gayrimüslim azınlıklar ve hatta bir kısım Türkler de bu saldırılardan zarar gördü.

Öncelikle, o dönemdeki Türk-Yunan ilişkilerine ve Kıbrıs’taki gelişmelere değineceğiz. Böylece olayların akışında etkili olan temel gelişmeler gözlerinizde daha kolay canlanacak.

 

KIBRIS ADASI İLE İLGİLİ GELİŞMELER

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk ve Venizelos arasındaki olumlu ilişkiler Balkan Antantı ile pekiştirilir. İkinci Dünya savaşı bitimine iki ülke arasında çok fazla sorun yaşanmaz ve meydana gelen sorunlar karşılıklı anlayış gösterilerek çözümlenebilir.

Hatta, 1947 Yılında Paris Antlaşması ile Rodos ve 12 Ada İtalya’dan alınıp Yunanistan’a verildiğinde bile Türkiye bu duruma tepkisiz kalır.

Ancak, Kıbrıs konusu biraz daha farklı gelişir. Türkiye ve Yunanistan 1951 yılında NATO’ya alınır.

Önemli bir dönüm noktası, 1950 Yılında Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Arşövekliği’ne Makarios’un getirilmesidir. Makarios Enosis politikası izleyeceğine yemin eder.

1951 Yılında Yunanistan İngiltere’den ada halkının kendi geleceğine kendisinin karar vermesine izin verilmesini ister. Çoğunluğu Rum olan ada halkının kararının kendi egemenliği yönünde olacağını bilmektedir. “Self determination” derler “Enosis”tir.  İngiltere kabul etmez. Bu nedenle, 1954’den başlayarak Yunanistan adadaki durumu uluslararası platformlara taşıyarak adaya egemen olma yollarını arar. Yunanistan’ın talepleri 14 Aralık 1954’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülür. Yunanistan’ın Kıbrıs halkına self-determination hakkının verilmesi teklifinin, adadaki huzur ve bölgedeki barışı tehlikeye düşüreceğinden, gündem dışı bırakılması kararlaştırılır.

Self determination; aslında uluslararası hukuk sisteminin en tartışmalı ilkelerinden birisidir. Kısaca, Bir halkın coğrafi sınırlarını, politik durumunu veya kendi geleceğini diğer devletlerden bağımsız olarak kendisinin özgürce belirlemesi olarak tanımlanır.

Adadaki İngiliz varlığı da bir başka garip durumdur aslında. 1878 Yılında, olası bir Rus ilerleyişi karşısında Osmanlı İmparatorluğu’na yardım bahanesiyle işgal edilmiş ve orada kalınmıştır.

BM’de istedikleri yönde karar alınmaması, adadaki RumIarı ve Yunanlıları memnun etmez. Atina’da, İngiltere, ABD ve Türkiye konsolosluklarına saldırılar, BM kararını protesto mitingleri yapılır. Bununla da yetinilmez, Kıbrıs’taki İngiliz yönetimine ve Türklere karşı örgütlü terör hareketleri başlatılır. Artık Yunanistan ve Kıbrıs Rumları adaya tek başlarına egemen olma mücadelesini (Enosis) hukuk dışı yollardan sürdürmeye karar vermişlerdir. Bu gelişmeler, o zamana kadar sakin kalmış Türk hükümetinin ve Türk milletinin haklı olarak tepkisini çeker. Türk kamuoyunda bu gelişmelere karşı ciddi tepki oluşmaya başlar.

Kıbrıs’ta akmaya başlayan kana ve tırmanan teröre çözüm bulamayan İngiltere, Türkiye’nin de katılacağı bir konferansta, Yunanistan ile birlikte sorunu diplomatik yollarla çözmek için harekete geçer. İngiltere, böylece sorunun; İngiliz yönetimiyle Kıbrıslı Rumlar arasında olmaktan çok, aslında Türkiye ile Yunanistan’ın iki uzlaşmaz taraf olduğu uluslararası bir sorun olduğunu kanıtlamayı, o ana kadar Kıbrıs ile ilgili uluslararası görüşmelerde konunun dışında kalan Türkiye’yi de konferansa davet ederek, kendi tezlerini konferansta kabul ettirmeyi amaçlar.

Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi olasılığı, Türk kamuoyunu ve siyasetini harekete geçirmekte gecikmez. Öğrenci dernekleri konuya duyarlılıklarını belirtmeye gayret ederken “Kıbrıs Türktür” adıyla yeni bir dernek de kurulur. İlginçtir; muhalefetteki CHP bu derneğin iktidar tarafından desteklendiğini öne sürerken, Başbakan Menderes derneğin CHP’liler tarafından kurulduğunu savunur.

Konferansa katılacak Türk Heyeti Londra’ya hareket etmeden önce zamanın başbakanı Menderes, Londra’da adanın kaderinin self-determination yapılarak belirlenmeye çalışılması ihtimaline karşı, Londra’ya gidecek Türk heyetinin: “statükonun muhafazasını asgari şart olarak müdafaa edeceğini” açıklar.

Menderes’in açıklamaları; Türk kamuoyunda ve basınında genellikle olumlu karşılanır. Zamanın ana muhalefet lideri ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü: “Kıbrıs’taki kardeşlerimizin can ve mallarını tehlikeden korumak için hükümetin alacağı bütün tedbirlerde beraberiz. Konferansta haklarımızı korumak ve kurtarmak yolunda hükümeti bütün gayretlerimizle destekleriz” der. Böylece, Türkiye’de iktidar ve muhalefetin, Kıbrıs konusunda, aralarındaki iç çekişmelerin üzerinde bir ortak tavır oluşturabildiği gözlenir.

Londra Konferansı’nda Türkiye adına konuşan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu: “adanın Türkiye için stratejik öneminden söz eder ve Kıbrıs’ın statüsünde bir değişikliğe lüzum olmadığını savunur. Ancak, İngiltere adadan mutlaka ayrılacaksa, adanın eski sahibine iade edilmesini, aksi takdirde adanın taksim edilmesini” talep eder.

Konferansta, Yunanlılar ve Rumlar da kendi taleplerinde ısrarcı olur, İngiltere’nin, adaya “kontrolü altında özerklik verilmesi” önerisini her iki taraf da reddeder. Sonuç alınamaz.

 

OLAYLARIN ÇIKIŞI VE SEYRİ

5 Eylül 1955 gecesi Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi alınır. 6 Eylül günü radyodan saat 13.00 bülteninde Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu arasında bir bomba patladığı açıklanır. İstanbul Ekspres gazetesinin 16.00’da ikinci baskıya girerek haberi büyük puntolarla “Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı” ana başlığıyla yayınlamasıyla cin şişeden çıkar. Zamanın İstanbul Ekspres gazetesi, DP iktidarı yanlısı bir gazete olarak bilinir. Gazete DP yanlısı Mithat Perin’e aittir. Gazetenin üst düzey sorumlularından Gökşin Sipahioğlu, yıllar sonra yapılan bir gazete röportajında 6-7 Eylül olaylarının “Milli Emniyet Hizmetleri” tarafından organize edildiğini söyler. Sonradan, Mithat Perin’in de Milli Emniyet Hizmetleri’ne çalıştığı anlaşılır.

Radyodan okunan metin özet olarak: “Selanik’te Aziz Atatürk’ün doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu binası arasında, bahçede saat gece yarısını dört geçe bir bomba patlamış ve bu infilak neticesinde Aziz Atatürk’ün doğduğu evin pencereleriyle konsoloshanenin camları hasara uğramıştır” şeklindedir.

Atatürk'ün evi bombalandı haber gazete fotoğraf

 

İlginçtir…

Yunan Mahkemeleri olayın faili olarak Selanik Hukuk Fakültesi 2.sınıf öğrencisi Oktay Engin ve Selanik konsolosluğumuzda çalışan Hasan Uçar’ı suçlu bulur. Oktay Engin daha sonra Türkiye’ye sığınır. Eğitimini Türkiye’de tamamlayarak kaymakamlık, emniyet üst düzey yöneticiliği ve valilik görevlerinde bulunan Oktay Engin, Yunan mahkemelerinin kasıtlı olarak yanlış karar verdiğini iddia ederek hakkındaki suçlamaları kabul etmez. Engin: “bombanın son derece ilkel ve basit olarak hazırlanarak patlatıldığını, olayın gerçek faillerinin Atatürk’ün evi ile Selanik Türk Konsolosluğu çevresine yerleşik Türkiye’den zorunlu göç ile gelen Rum göçmenler olduğunu” iddia eder. Yassıada mahkemelerinde yargılama konusu olan olayla ilgili duruşmalarda ise Oktay Engin’in MAH mensubu ve bombalama olayının azmettireni olduğu iddia edilir.

Gerçekten ilginçtir…

İstanbul’daki öğrenci dernekleri, 6 Eylül’de “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” çatısı altında, Taksim Meydanı’nda Selanik’teki Atatürk’ün evinin bombalanmasını protesto için toplanır. İnsanlar, ellerinde bayraklar ve Atatürk posterleriyle “Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır” sloganları atmaya başlar. Taksim Meydanı Cumhuriyet Anıtı önünde topluluk İstiklal Marşı’nı okuyarak göndere Türk Bayrağı çeker. Saat 20.30 civarında RumIara ait dükkanları ve evleri yağmalama olayları başlar. Olaylara karışan grupların, İstanbul’da esas olarak gayrimüslimlerin ikamet ve iş çevresi olarak bilinen Şişli, Nişantaşı, Beyoğlu, Karaköy, Beyazıt, Kumkapı, Yedikule semtlerindeki azınlıklara ait ev, dükkan ve kiliseleri hedef aldıkları görülür.

Ahmet Emin Yalman, anılarında olayın tamamen planlı bir hareket olduğunu yazar: “Zaten sağ ve sol gizli eller ortalığı karıştırmak için bahane arıyorlardı. Köylerden getirilen eli sopalı insanlar Rumlara ait evleri ve dükkanları yağmalamaya başladılar” der. (Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Hazırlayan; E.S.Erdinç, II, İstanbul 1997,sayfa 1647)

Dönem ile ilgili değerlendirmelerde, ortak özellikler olarak; olaylarla ilgili önceden hazırlık yapıldığı, İstanbul dışından bir kısım insanların tren, kamyon ve otobüsler ile kente getirildiği, yağmacıların ellerinde aynı tornadan çıkmış görüntüsü veren sopalar mevcut olduğu, hedef alınacak yer ve adreslerin önceden tespit edildiği, 20-30 kişilik organize grupların saldırılara öncülük ettiği belirtilir.

Oysa, böyle bir tatsız olayın yaşanabileceğinin özellikle İstanbul’da önceden beklendiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, 28 Ağustos’tan itibaren güvenlik kuvvetleri alarm durumundadır. İstanbul’daki Emniyet güçlerine 3 Eylül’den itibaren çevre illerden takviye polisler getirilmiştir. Hilton Oteli, Fener Patrikhanesi ve Yunanistan Konsolosluğu gibi uluslararası öneme sahip yerler polis kordonu altına alınarak güvenlik önlemleri üst düzeye çıkartılmıştır. Ancak, bütün bu önlemler olay gününde yeterince başarılı olamaz.

İstanbul’daki yağmacılık, 22.00’de askeri birliklerin harekete geçerek, Beyoğlu’na girmesi ve bütün ulaşım yollarını kontrol altına almasıyla yavaşlar. Aynı gece sıkıyönetim ve 00.00-05.00 arası sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Askeri birlikler 02.30 civarında İstanbul’a tamamen hakim olur.

6-7 Eylül olayları sonucunda 11-15 Rum vatandaşın öldüğü yazılır. 35 kişi yaralanır, 5.622 bina tahrip edilir. Sadece İstanbul’da 5.104 kişi tutuklanır. Bunların 50’si önceden siyasi polisçe fişlenmiş, suçlanmaları kamuoyunda tepki yaratmayacak tanınmış zamane komünistleridir. Beyoğlu tanınmaz hale gelir. (Ölüm sayıları farklı yazılmıştır; Türk basınında 11 can kaybından söz edilirken yabancı basında 15 can kaybından söz edilmiştir.)

6-7 eylül olayları gazete haber foto

Bu olaylar gerçekleşirken İstanbul’da bulunan İçişleri Bakanı Namık Gedik ve Emniyet Genel Müdürü Ethem Yetkiner olayları engelleyemedikleri için suçlanır. Bu nedenle, İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa ederken, İzmir Valisi, İstanbul Emniyet Genel Müdürü ve üç general görevinden alınır. Yanısıra, önemli sayıda kamu görevlisinin olayda ihmali görüldüğünden görev yerleri değiştirilir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti kapatılır. Hükümet ve askeri yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda: “İstanbul ve memleketin esas itibariyle bir komünist tertip ve tahrikine maruz kaldığı” belirtilerek olaylardan komünistlerin sorumlu olduğu iddia edilir.

Zamanın İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz’un 10 Eylül’de yayınladığı bildiride: “6-7 Eylül olaylarını komünistlerin dışında başka kişi ve kuruluşların yaptığını öne süren, savunan yazıları yasaklamıştı. Aynı bildiride, bunun dışında ilginç başka yasaklar da getirmişti. Örneğin, halkı heyecanlandırıcı haberler vermek, ülkede darlık, kıtlık, yokluk olduğunu öne süren yazılar yazmak, hükümeti eleştirmek ve çıplak kadın resimleri basmak yasaklanmıştı!” Merak eden okuyucu Prof.Şerafettin Turan’ın Türk Devrim tarihi, 4.Kitap, 2.Bölüm, sayfa 178’e ve Yassıada tutanaklarına bakabilir. Aziz Nesin’in anılarında da yazar. Nurettin Aknoz, olayların sorumluluğunun aralarında Aziz Nesin, Asım Bezirci, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Can Boratav, Nihat Sargın gibi sol aydınların üzerine yıkılmaya çalışıldığı 6-7 Eylül davaları sürerken söylediği “Darağaçlarında salkım salkım komünistlerin asıldığını görmek istiyorum” sözüyle de hatırlanmaktadır. (Bu konuda kaynak için Meral Çelen (2008); Aziz Nesin’li Yıllar; İstanbul; Nesin Yayınevi. 58-59)

Unutmadan yazalım, Aralık ayına gelindiğinde, tutuklanan bu komünistlerin olaylarla bir ilgisi bulunamamış ve hepsi serbest bırakılmışlardır!..

Olaylarda malları yağmalanan ve zarar gören RumIara ise tazminat ödenir. Ayrıca, vergi muafiyeti, ucuz inşaat malzemesi tedariki ve banka borcu olanlara kolaylıklar sağlanır. Hükümet zarar görenler için bir yardım kampanyası başlatır. Yardım kampanyası sonucunda 31 Aralık 1957’ye kadar 8,7 milyon TL bağış toplanır.

12 Eylül saat 10.00’da DP Meclis Grubu, 6-7 Eylül olaylarını görüşmek üzere toplanır. Başbakan Menderes uzun bir konuşma yaparak DP’li milletvekillerinin sorularını yanıtlar. Menderes konuşmasında şöyle der: “Kıbrıs meselesinden doğan bir milli galeyanın ortaya koyduğu birtakım tahribattan ibaret değildir. Katiyetle ifade ediyorum ki, şekilleriyle hazırlanmış olan büyük bir komünist darbesinin karşısında bulunmaktayız… Müsait olan zemini fevkalade üstadane maharetle ve soğukkanlılıkla istismar eden komünistler birer milli felaket diyebileceğimiz fevkalade ağır bir vaziyet vücuda getirmişlerdir.”

Yine aynı gün 12 Eylül 15.00’da toplanan TBMM’nin gündeminde de “İstanbul, İzmir ve Ankara vilayetlerinde Örfi İdare ilanına dair Başvekalet tezkiresi” vardı. İlan edilmiş sıkıyönetimin meclis tarafından onaylanması gerekiyordu. Muhalefet, hükümetten meclisi bilgilendirmesini talep etti. Muhalefet adına ilk konuşmayı yapan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü: “Hadisenin her tarafı karanlıktır. Bu kadar tertipli ve teçhizatlı bir tecavüz ne vakitten beri, nasıl hazırlanmıştır?” diye sorar. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi merkezi yerlerde bu kadar büyük olayların olmasına anlam veremeyen İnönü “6-7 Eylül faciasının” bir an önce aydınlatılmasını ister.

Muhalefetin istek ve eleştirilerine karşı başbakan yardımcısı Fuat Köprülü: “Bu hadiseden Hükümet evvelce haberdardı. Ona göre bazı tertibat da almıştı. Fakat, bu hadisenin günü ve saati muayyen değildi. Bütün gayretlere rağmen adeta bir baskın şeklinde her tarafta birden tecelli etmiştir” der. Olayların faili olarak da: “Komünist unsurlar hadiseyi evvelce tertipledikleri gibi sevki idareyi ele geçirmişlerdi. Zemini aylar ve aylarca evvel hazırlamış olmasalardı böyle bir hadise vukua gelmezdi” şeklinde açıklama yapar.

Meclis sıkıyönetimi 6 ay olarak onaylar.

Aradan 3 ay geçer.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 4.Menderes Hükümetinin güven oylaması görüşmelerinde 6-7 Eylül olaylarını tekrar gündeme getirir. İnönü, olayların üzerinden üç ay geçtiği halde hükümetin kamuoyunu tatmin edecek açıklamaları yapmamasını da eleştirerek hükümetin önceden haberdar olduğunu açıkladığı olayları neden engellemediğini ısrarla sormaya devam eder. İnönü: “Olayların hazırlanışı ve başlangıcının hükümetin bilgisi dahilinde olduğunu, fakat zamanla hükümetin kontrolü kaybederek, olayların bu hale gelmesine neden olduğunu iddia ederek, 6-7 Eylül vukuatından vahim bir surette mesul olan Bay Adnan Menderes’in hükümetin başından ayrılması lazımdır” der. İnönü’nün bu iddialarına tepki gösteren Menderes ise oturduğu yerden İnönü’ye “Hepsi yalan!” diye bağırır.

İktidar ve güvenlik makamları 6-7 Eylül olaylarının failleri hakkında doyurucu bir açıklama yapamaz. Olaylar nedeniyle tutuklananlar hakkında açılan davalar beraatla sonuçlanır. İktidarın komünistleri suçlayan beyanatları da giderek seyrekleşir ve zamanla bu iddiadan tamamen vazgeçildiği görülür. Olayların üzerinden 1 yıldan fazla süre geçer. Geçen süreye rağmen iktidarın kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapamaması ise muhalefet ve basında hükümete yönelik kuşkuların artmasına ve eleştirilerin yoğunlaşmasına sebep olur.

 

YASSIADA DAVALARINDA 6-7 EYLÜL OLAYLARI

27 Mayıs ihtilali sonrasında, basında Menderes ve DP liderleri hakkında öne sürülen çeşitli itham ve iddialar günlerce yayınlanır. Bu iddiaların en önemlisini Fuat Köprülü yapar. Köprülü 6-7 Eylül olayları hakkında basına vermiş olduğu beyanatta: “Hadiseler Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir. Ata’nın Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır. Meselenin tahkik edilmesini, mesullerinin bir an evvel meydana çıkartılmasını istedikçe Menderes’in işi kapatmaya çalıştığını gördüm” der.

Olayların olduğu zaman dilimi içerisinde Başbakan Yardımcısı olan Fuat Köprülü’nün açıklamaları kamuoyunda şaşkınlık ve hayret yaratır. Köprülü’nün basın açıklaması üzerine Atina, DP ileri gelenlerini yargılanması için Ankara’dan talepte bulunur. Milli Birlik Komitesi Yüksek Soruşturma Kurulu Atina’nın talebi ve basında yayınlanan açıklamaları da dikkate alarak Yassıada’da Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu hakkında “6-7 Eylül Olayları Davası’nın” açılmasını, olayların gerçekleşmesinde, tahrik, teşvik ve aktif rol aldığı iddiasıyla sekiz kişinin (Fuat Köprülü, Fahrettin Kerim Gökay, Alaettin Eriş, Kemal Hadımlı, Mehmet Ali Balin, Mehmet Ali Tekinalp, Hasan Uçar, Oktay Engin) daha yargılanmasını ister.

Yassıada 6-7 Eylül Olayları Davası, 19 Ekim 1960’da Salim Başol başkanlığında ilk oturumuyla baslar. Adnan Menderes’in savunmasını Avukat Burhan Apaydın ile Avukat Talat Asal üstlenir.

Yassıada Mahkemesi Başsavcı Altay Ömer Egesel, Menderes’e yönelik olarak:

  1. 24 Ağustos 1955 Liman Lokantası’nda Kıbrıs meselesiyle alakalı olarak basına vermiş olduğu sert beyanat ile halkı tahrik etmek,
  2. Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ni himaye ile olayları teşvik etmek,
  3. F.R.Zorlu’nun 28 Ağustos 1955’te Londra’dan gönderdiği şifreli telgraf ile olayların başlamasını tertip etmek,
  4. Köprülü’nün 5 Haziran 1960 tarihli Yeni Sabah Gazetesi’ndeki iddiaları,
  5. DP iktidarının olaylardan gerçek sorumlu olduğu iddiasıyla suçlamalarda bulunur.

Çok uzatmayalım. Sanık olarak kürsüye çıkan Fuat Köprülü, daha önce gazetede yayınlanan açıklamalarından farklı bir savunma yapar. Öncelikle Dışişleri Bakanlığı döneminde yapmış olduğu tahkikat neticesinde Selanik’te patlayan bomba ile hükümetin ilgisinin bulunmadığını söyler. Olayların başlama şeklinden ve olaylar sonrası yargılama sürecinden herhangi bir netice elde edilemediği için “Hükümetin bir tertibidir” kanaatine vardığını açıklar.

Yassıada zabıtlarına göre, Fuat Köprülü’nün damadı ve olay zamanında NATO Daimi Delegeliği görevini yürüten Coşkun Kırca ise: “Türk Hükümeti Kıbrıs meselesinde birden bire siyaset değiştirmiştir. Değiştirdiği bu siyasetin Türk efkarı ve milleti tarafından da desteklendiğini dünya efkarına, İngilizlere ve Yunanlılara göstermek ihtiyacını duymuş olabilir. Bu itibarla, bazı nümayişlerin tertip edilmesini arzu etmiş ve teşvik etmiş olabilir” der.

Olaylar hakkında mahkeme heyetine mütalaasını sunan başsavcı Altay Ömer Egesel: “olayların başlangıcından itibaren planlı, düzenli ve tertiplenmiş bir hareket olduğunu, bu büyüklükte bir olayı komünistler ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin düzenlemediği daha evvelki mahkemelerce sabit olduğundan, CHP’nin de bu tertiple ilgisinin bulunmadığı anlaşılmıştır” görüşünü sunar.

5 Ocak 1961’de mahkeme Celal Bayar hakkında takibat yapılamayacağına, Menderes ve Zorlu hakkındaki iddialar sabit olduğundan Anayasayı ihlal davasıyla birleştirilmesine, diğer sanıkların da serbest bırakılmasına oybirliğiyle karar verir.

Yassıada’da 6-7 Eylül Olayları Davası, 19 Ekim 1960- 5 Ocak 1961 tarihleri arasında 11 kişinin yargılandığı 20 oturumda görüşülür ve davalarda olaylarla ilgili 98 tanık dinlenir. Mahkeme yargılama sürecini DP ileri gelenleri üzerinden yürütür. Olaylarda aktif rol alan Kıbrıs Türktür Cemiyeti, öğrenci dernekleri ve Milli Emniyet Hizmetleri’nin faaliyetleri yargılama sürecinin dışında tutulur.

SON SÖZ

Dönemi yaşayanların anılarında bu olaylarla ilgili çeşitli iddialar olduğu görülür. Aslında, öne çıkan iddiaları yukarıda verdiğim olayların akışını okurken değerli okuyucu da fark etmiş olmalıdır. En fazla genel kabul gören iddia, olaylardan tamamen DP iktidarının sorumlu olduğu, Rum azınlığa gövde gösterisi yapmak isterken olayların kontrolünün kaybedildiği yönündedir. Bir “Özel Harp İşi” olduğunu ve amacına ulaştığını iddia edenler mevcuttur. Olayların İngilizler tarafından düzenlendiği bir başka iddiadır. O günkü koşullarda Kıbrıs konusunda Yunanlılarla ihtilaflı olan İngilizler’in Türklerle Yunanlıların işbirliğinden rahatsız oldukları ve her iki toplumu birbirine düşürmek için böyle bir olay planladıklarına dair arşiv belgelerinin bulunduğu iddia edilmiştir.

Böylece, Cumhuriyet tarihimizin 1950 sonrasında meydana gelmiş çok üzücü ve tam olarak aydınlatılmamış toplumsal/siyasal olaylar sürecine ait önemli bir olayı daha siz değerli “bilgedunyali.com” okuyucularıyla paylaşmaktan mutluyuz.

 

 

blank
 
blank
A.Can Ayışık

 

 

error: Content is protected !!