MEVLANA
Last Updated on 16/06/2024 by ahmet can ayışık
Mevlana Celaleddin Rumi 30 Eylül 1207de Belh Horasan’da doğmuş, 17 Aralık 1273’de 66 yaşında Konya’da ölmüştür. Rumi soyadı, o dönemde Anadolu’ya “Diyar-ı Rum (Rum ili)” denilmesinden ve Anadolu ile özdeşleşmiş bir şahsiyet olmasından kaynaklanmıştır. Efendimiz anlamına gelen Mevlana adı ise kendisine duyulan büyük saygıyı anlatmaktadır.
İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış bir şair, düşünce adamı ve Mevlevi tarikatının öncüsüdür.
Annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harzemşahlar hanedanından Türk prensesi, Emetullah Sultan’dır. Babası, Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled; ünlü bir mutasavvıf, hoca ve yazardır. 1212 veya bir kısım kaynaklara göre 1218 Yılında Moğol tehlikesi yada sultanla düştüğü fikir ayrılığı yüzünden ailesi ve müridleriyle birlikte doğduğu yer olan Horasan’ı terketmiştir. Bir süre Ortadoğu’da kaldıktan sonra önce Karaman’a, sonra da 1228 yılında Konya’ya gelmişlerdir. Mevlana’nın babası 1231 Yılında Konya’da ölmüştür.
Mevlana, ilk öğrenimini babasından almıştır. Babasının ölümünden sonra onun yerine geçen Mevlana, 1232 yılında babasının öğrencilerinden Tirmizli Burhaneddin Muhakkik (Seyyit Burhaneddin Tirmizi) ile tanışmış ve 8-9 yıl boyunca Burhaneddin Muhakkik Tirmizi’ye müritlik etmiş, seyr-ü sülük denilen tarikat eğitiminden geçmiştir. Bu dönemde Halep ve Şam medreselerinde de öğrenim gördüğü söylenir. Burhanettin Tırmizi’nin gözetiminde art arda üç kez çile çıkarttığı bilinmektedir.
1244 Yılında Konya’da derviş Şems Tebrizi ile karşılaşması Mevlana’nın yaşamındaki en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Şems, geleneksel mistik dinsel kuruluşlarla ilişkisi olmayan, üstün kişilikli bir insan olarak bilinir. Mevlana’nın, Şems’ten çok etkilendiği, aylarca “halvet” (iki kişilik derin yalnızlık) oldukları, hatta bu dönemde ailesinden ve öğrencilerinden uzak kaldığı bilinmektedir. Nitekim, 1247 Yılında Şems’in Mevlana’nın oğullarının da bilgisi dahilinde öldürtülmesinin bu nedenle olduğu ileri sürülmektedir. Mevlana’nın sema ve genel anlamda müziğin dinsel alandaki etkisini keşfetmesi bu yıllarda olmuştur.
Şems’in ölümünden sonra Mevlana, kendini tamamiyle sema ve şiire vermiş, gazellerinde Tebrizli Şems’in adını kullanmıştır. Şems’in ölümünden yaklaşık iki yıl sonra Mevlana kendine en yakın hemhal olarak (aynı hali paylaşan dost) Selahattin Zerküb’u seçmiştir. Erdemli ama okuması yazması olmayan bir kuyumcu olan Selahattin, Mevlana ile öldüğü 1258 yılına kadar on yıl süreyle bir arada bulunmuştur. Selahattin, cenazesinin ağlayarak değil, neyler ve kudümler çalınarak, sevinç ve şevk içinde kaldırılmasını vasiyet etmişti.
Selahattin’in ölümünden sonra, yerini Hüsamettin Çelebi almıştır. Hüsamettin’in babası, Konya yöresi ahilerinin reisiydi. Varlıklı bir kişiydi ve Mevlana’ya mürit olduktan sonra bütün servetini onun müritleri için harcamıştır. Beraberlikleri Mevlana’nın ölümüne kadar on yıl sürmüştür.
Mevlana 17 Aralık 1273’te ölmüştür. Mevlana’nın öldüğü gün olan 17 Aralık, düğün gecesi anlamına gelen ve sevgilisi olan Allah’ına kavuşma günü olduğu için Şeb-i Arus olarak anılır.
Ölümünden sonra yerine geçen Hüsamettin ve ardından oğlu Sultan Veled izleyicilerini Mevlevilik inancı çevresinde birleştirmişler ve Mevleviliği bir tarikat haline getirmişlerdir.
Mevlana’nın yazılı eserleri şunlardır:
- Mesnevi,
- Divan-ı Kebir
- Fihi Ma Fih
- Mecalis-i Seb’a
- Mektuplar.
Eserlerinin orijinal dili Farsça’dır.
Mevlana Türk’tür ve Farsça Yazmasının Nedeni Vardır
Mevlana önemli bir bilge insandır. İnsanlığın kendini tanıması ve “alemlerin Rabbi”ni tanıması yönlerinden büyük bilgelikli bir insandır.
Mevlevi tarikatı vatanseverdir efendim. Bunu Mevlevilik hakkında birkısım spekülasyonlar yapılageldiği için yazdım.
Aşağıda yer alan fotoğraf ise Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü cepheye giden Mevlevi tarikatına ait. Savaşa gönüllü giden Mevleviler, Alay sancağını teslim alırken (Alıntı: Nuray Bilgili).
Mevlana’nın büyük bilgeliği , birden çok ülke tarafından kendilerine pay çıkarılmasına yol açan bir insandır. Şunu demek istiyorum; Farsça yazması nedeniyle İranlı, Afganistan’ın Belh şehrinde doğmuş olduğu görüşü nedeniyle Afgan, babası Tacikistan’ın Vahş şehrinde ders verirken orada dünyaya geldi görüşü nedeniyle Tacik, bir rubaisindeki ifadesinden ve bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu bulgulardan Türk kabul edenler vardır.
Bir insanın gerçek milliyeti, kendisini ait hissettiği millettendir. Bugün içinde yaşamaktan onur duyduğumuz Türk Ulus Devleti’nin millet anlayışında olduğu gibi çağdaş millet anlayışı da budur.
Mevlana, kendisinin Türk olduğunu açık seçik söylemiştir.
Mevlana’nın atalarının yaşadığı ve kendisinin de dünyaya geldiği Belh kenti, ünlü vatan şairi Namık Kemal’in ifadesiyle “Türkistan-ı Kebir” yani Büyük Türkistan denilen bölgenin kadim bir şehridir. Bu şehrin 10-13. YY’daki etnik yapısı Türk’tür. Konuşulan dil, her ne kadar elit tabaka arasında yaygın olsa da Farsça değil, Doğu Türkçesi diyebileceğimiz Kaşgar Türkçesi, yani Türkçenin Hakani lehçesidir. Mevlana ailesi, göç ederek Anadolu’nun eski bir Türklük merkezi olan Konya’ya gelmiştir. Dolayısıyla, bu aile, bir Türk şehrinden bir başka Türk şehrine göç etmiştir.
Mevlana ailesini, “Diyar-ı Rum”a yönelten, önce Erzincan, sonra Karaman ve en sonunda Konya’ya getirten sebeplerin psikolojisi tahlile değerdir. Kültürel sosyolojiye göre her yüzyılın bir şekli, bir formu, bir “gestalt”ı vardır. O yüzyıl içindeki bu şekil anlaşılmadan, o yüzyıla şekil veren düşünsel yaklaşımlar da gerçekleşen olaylar da tam olarak anlaşılamaz. Bu yoldan gidersek yapılması gereken; 13-14. YY’larda Anadolu’nun kültürel şeklini kavramak ve ancak ondan sonra bu şekil içindeki insanlar ve olaylar hakkında kesin hüküm vermeye çalışmaktır.
Selçuklu devleti bir Türk devletidir ve İran’da kurulmuştur. Devletin bünyesinde hatırı sayılır ölçüde İran unsuru vardır. Fuad Köprülü’ye göre bu husus, “Eski Türk ananesine karışan İran nüfuzudur.” Prof. Bahaeddin Ögel’e göre “Türkler her çağda ve her iklimde, komşu kültürleri öğrenmek için büyük bir istek duymuşlar ve başarı da göstermişlerdir. Böylece devlet, üniversal bir çehreye bürünmüştür.” Türklerin komşu kültürlerden etkilenişi bir zaafiyet midir, yoksa bir meziyet midir? Tartışılmalıdır.
Yukarıda da yazdığım gibi bu konuda doğru değerlendirme yapabilmek için uygun metodolojik yaklaşımla konuyu ele almak gerekir. O zaman, metodolojik olarak yapılması gereken iki şey: O dönemi ya da kişiyi önce kendi şartlarında incelemek, ancak bundan sonra günümüz şartlarına göre değerlendirmektir. Yani, Mevlana’yı öncelikle yaşadığı dönemin çevresel şartları içinde değerlendirmeden bugünün şartlarına göre yorumlamaktan kaçınmak zorunludur.
Mevlana’nın yaşadığı dönemde sultanın davetine mazhar olmuş, toplumun önde gelen bir bilgin ve şairinin, iyi bilmediği Anadolu Türkçesi ile eserler vermesinin devlet ve yönetici sınıflar üzerinde fazla etkili olamayacağı açıktır. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun yazdığı gibi; “Bunda eğer bir maraziyet varsa, bunu o şahısta değil, o şahsın içinde yaşadığı, yetiştiği toplum ve devlet yapısında, edebi ve felsefi kurumlarda ve zihniyetlerinde aramalıdır.”
Yine Fındıkoğlu’na göre, “Mevlana’nın Türklüğü, her türlü ırk, soy ve dil ile ilişkili deliller dışında, Hegel’in “halk ruhu” dediği ve sosyologların “milli seciye” ismini verdikleri manevi realite ile de ispat edilebilir.” Ona göre, “sema ve ney, acaba Türkistan-ı Kebir’in ezeli maneviyatından kopup Bahaeddin Veled ve oğlu Celaleddin’in vasıtasıyla Türkistan’a gelmiş olan halkvari Türk estetiğinin incelmiş, billurlaşmış bir dönüşümü müdür?” Bu, ayrıca tetkike değer bir husustur.
Kültürler arası etkileşimde etki, askeri ve siyasi güç lehine gelişmez. Etkiler, zayıf kültürden kuvvetli kültüre doğru olur.Örneğin, Cermenler’in, Romalıları yenmesine rağmen Romalılardan; Türkler’in, Arap ve İranlıları yenmelerine rağmen Arap ve İran kültürlerinden etkilenmiş olmaları tarihi olgulardır. Benzer şekilde, 10.YY’da Müslüman olan Türklerin dil ve kültürlerinde önemli değişiklikler meydana geldiği de bir olgudur. Müslümanlığın kabulünden sonra, birçok Türk devletlerinde Arapça bilgi dili, yani bir nevi eğitim dili, Farsça da resmi devlet dili haline gelmiştir. Türkçe ise şehir ve devlet merkezlerinin dışında, köylerde ve göçer Türkler arasında konuşulan bir dil olarak kalmıştır. Elbette, bu husus Türkçenin gelişmesine ve zenginleşmesine engel olmuştur. Oysa, Farsça o dönemde bir şiir dili olarak da oldukça gelişmiş bir dildi.
Mevlana döneminde, devlet seçkinleri Tanrı’ya Arapça dua ediyor, devlete dilekçesini ve sevgilisine şiirini Farsça yazıyor, eğitimini hem Farsça hem Arapça sürdürüyor, halka da Türkçe hitap ediyordu. Çünkü yaşadığı dönemin ve kurumların zihniyeti ve uygulaması böyleydi. “Gestalt” buydu efendim.
Bir başka açıdan bakalım; Anadolu’yu fethedenler, İran’da kurulmuş olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndaki yerleşmiş yapıyı Anadolu’ya taşımışlar ve devlet yönetimini o yapıyı esas alarak kurmuşlardı. Her ne kadar, Anadolu’da halkın büyük bir kısmı Türkçe konuşsa ve sözlü edebiyat ana dilde olsa bile, medresenin eğitim dili Arapça idi ve sarayda resmi dil olarak Farsça kullanılıyordu. Buna bağlı olarak edip ve şairler de ürünlerini, klasik şiirin estetiğine bağlı olarak, çoğunlukla Farsça kaleme alıyorlardı. O zaman için Farsça, duygu ve düşüncelerdeki incelikleri, derinlik ve zenginlikleri ifadeye uygun bir olgunluk kazanmıştı.
Diğer yandan; Saray dili ve devletin yönetim yapısındaki genel çerçeve böyle olmakla birlikte, Anadolu’ya özellikle 13.YY’ın ilk yarısında Moğol istilası nedeniyle Moğollar, İranlılar, Oğuzlar, Kıpçaklar, Karluklar, Kalaçlar gibi çeşitli boylar da geldiler. Bunların içerisinde çoğunlukta olan Oğuzların Türkmence de denilen dili eski edebi Anadolu Türkçesi’nin temeli olmuştur. İşte bu Türkçe, Anadolu Türkçesi, aslında Orta Asya’da gelişen edebi Türk dilinin batıya sarkan bir kolu niteliğindedir.
Yunus Emre, Aşık Paşa, Gülşehri gibi Anadolu’da doğup büyüyen veya bu kültür içinde yetişen değerler, bugün bile anlamakta pek zorluk çekmediğimiz Anadolu Türkçesini kullanmışlardır.
Mevlana’nın ise Oğuz lehçesi de denen bu Anadolu Türkçesi ile o günlerde şiirler söylemesi ve yazması neredeyse imkansızdı. Çünkü, tasavvufun, aydınlar için şiir dili eskiden beri Farsça idi. Çağdaşları hep Arapça ve Farsça yazıyorlardı. Kendisinin konuştuğu Türkçe, Harezm bölgesi halkının konuştuğu Hakaniye lehçesi veya Kaşgar Türkçesi idi. Bu lehçe ise sentaks ve vurgu bakımından Oğuz lehçesinden oldukça farklıydı.
Mevlana düşüncelerini şiirle anlatan nadir düşünürlerden biridir. Prof. A.N.Tarlan Hocanın da dediği gibi “Eriştiği merhalede Mevlana’nın dili ancak şiir olabilirdi” çünkü; “ İlim yarım insandır, şiir bütün insan. İlim bir tahlildir, şiir terkiptir. Her şiir bir tefekkürdür, fikirsiz şiir olmaz” demektedir.
Mevlana’nın içinde yaşadığı devrin vazgeçemediği bir özellik olarak, işlenmiş ve gelişmiş bir dil olan Farsça ile şiir yazması, onu hiçbir zaman küçültmez. Tarihte pek çok Türk şair Farsça divan tertip etmişlerdir. Mesela, Fuzuli, Nef’i ve Şeyh Galip’in Farsça divanları vardır. Hatta Osmanlı Sultanlarından Yavuz Selim Farsça bir divan yazmıştır. Buna karşılık, Şah İsmail de Türkçe divan kaleme almıştır.
Öte yandan 17. YY’a gelinceye kadar Avrupa milletleri müşterek kültür dili olan Latinceyi kullandılar. Meşhur Alman filozofu Immanuel Kant, bazı mektuplarının dışında eserlerini hep Latince yazdı. Yine Alman filozof Leibniz ve İngiliz düşünür Roger Bacon Latince eser verenler arasındadır. Latince yazmış oldukları için kimse bunları Latin olarak görmez. Latince yazmaları Alman ve İngiliz oluşlarına bir zarar getirmemiştir. Yine, ünlü yazar, Kırgız asıllı Cengiz Aytmatov, dünya çapında isim yapmış ve pek çok dile çevrilmiş bütün romanlarını Rusça yazdı. Kimse onu Rus yazar olarak görmemiş ve uluslararası literatüre Kırgız asıllı yazar olarak geçmiştir. Günümüzde daha geniş kitlelere ulaştırmak için bütün çalışmalarını, batı dilleriyle yapan pek çok bilim adamı vardır. Kimse bunları İngiliz, Fransız, Alman veya Amerikalı olarak görmemektedir. Öyleyse, Arapça yazdı diye Farabi’yi, Acemce yazdı diye Mevlana’yı Türk olmaktan çıkartamayız.
Mevlana Türkçe yazsaydı, Belh’te konuşulan dil, yani Kaşgar Türkçesi ile yazacaktı. Bir diğer ifadeyle Hakani lehçesi ile söyleyecekti. Bunu da devletin resmi dilinin, medresenin eğitim dilinin, şairlerin şiir dilinin, tasavvuf ehlinin sohbet dilinin Farsça olduğu bir ortamda Konya’da kaç kişi anlayacaktı?
Fakat, bir saptama yapmamız gerek: Türkçenin Hakani lehçesi ile yazılmış dev eserlerimiz de vardır. Sözgelimi Yusuf Has Hacib’in “Kutadgubilig”i, Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it-Türk”ü, Ahmet Yesevi’nin “Divan-ı Hikmet”i, Ebu Hayyan’ın “Bilig”i bunlardandır. Ancak, bu yapıtlar sözkonusu lehçenin konuşulduğu bölgenin ürünleridir. Yani, Orta Asya’da yazılmışlardır.
Mevlana, yazı ve kültür dilinin Farsça olduğu bir ortamda, anadili Hakani lehçesiyle yazamazdı. O da geleneğe uyarak Farsça yazmıştır.
“Aslem Türkest” Rubaisi
Mevlana, Farsçanın egemen olduğu, ancak kendi soydaşlarının içinde anadili Hakani Türkçesinin dışında, yapı itibariyle oldukça farklı Oğuz Türkçesinin konuşulduğu bir ortamda kalmanın sıkıntısını bir rubaisinde dile getirmiştir:
“Bigane meğirid merâ zin kûyem
Der kûy-u şuma hâne-i hod mîcuyem
Düşmen neyem her çend ki düşmen rûyem
Aslem Türkest eğerçi Hindû gûyem”
(Beni bu beldede yabancı saymayın. Sizin beldenizde ben evimi arıyorum. Her ne kadar düşman görünüşlüysem de düşman değilim. Farsça yazsam bile aslım Türk’tür).
Bu rubaisinden açık ve seçik anlaşılmaktadır ki, kendisi aslen Türk’tür. Hindu dediği, Hint-Avrupa dil kuşağına mensup Sanskritçenin bir lehçesi olan Lisan-ı Pehlevi, yani klasik Farsça’dır. Dolayısıyla, “Farsça yazsam bile aslım Türk’tür” diyerek geçmişten sonsuza özünü açıklamıştır.
Mevlana Türkçe de Yazmıştır
Mevlana, şiir dili olarak genelde Farsça’yı kullanmış olsa da Hakani lehçesiyle yazmış olduğu Türkçe şiirleri de vardır.
Ayrıca, Mevlana, Mesnevi’sinde bir kısım Türkçe sözcüklere de yer vermiştir: Amaç, armağan, ayaz, aş, baba, bey, çarık, çavuş, damgacı, dağ, götürü, gerek, gerdek, hakan, kak, kışlak, yaylak, koç, konuk, korukcu, sağrak, sınır, sürme, sancak, Tanrı, tuzluk, tutmaç, töre, yay, tamu, uçmak, ulak, üzüm, yağı, yurt…
Mevlana’nın Divan’ında geçen Hakani Türkçeli şiirlerden birkaç örnek:
“Geçkinen oğlan hey bize gelgil
Dağda dağda hey geze gelgil
Ay bigi sensin gün bigi sensin
Bî-meye gelme, bâ-meye gelgil”
(Ey kendinden geçmiş oğlan, bize gel, dağları aşarak bize gel. Sen ay gibisin, güneş gibisin; tatsız gelme, tatlı gel.)
“Yüzün ey yâr-ı rûhânî verir İsî bigi cânı
Senin ol iyiliğin kânı eger men müttehem başem”
(Ey ruhanî sevgili! Yüzün İsa gibi hayat verir. Ben suçlu isem senin iyiliğin hani?)
“Gele sen bunda, sana garazum yok, işidür sen
Kala sen anda yavuzdur, yalunuz kanda kalur sen?”
(Buraya gelmelisin, sana hiçbir kötü niyetim yoktur, işitiyorsun. Orada kalacaksan fenadır, yalnız nerede kalırsın?)
Mevlâna’nın Türkçesi ile Ahmet Yesevi’nin Türkçesi benzerdir. Her ikisi de Kaşgar Türkçesi, yani Hakani lehçesidir. Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inden:
“Riyazetni katığ tartıp kanlar yutup
Min defter-i sânî söz din açtım mana
Kul hâce Ahmed men defter-i sânî aytım
İki âlem işretların meyga saydım”
Mevlana Mülemma da Yapmıştır
Farsça şiirler arasına yer yer Türkçe mısralar sıralamak veya “bir mısranın yarısını Farsça, diğer yarısını Türkçe söylemek, kısa da olsa Türkçe beyitler düzenlemek de Anadolu’da önce Mevlana tarafından uygulanmıştır. Bir şiiri,farklı dillerden seçilmiş sözcüklerle nazımlaştırmak ya da bir beyitin bir mısrasını başka, diğer mısrasını başka bir dille(mısraların yarısını bir dilin, diğer yarısını başka dilin sözcüklerini kullanarak) söylemek yöntemi ile oluşturulmuş manzumelere “mülemma” denir.
Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’inde Türkçe-Farsça mülemmalar da vardır.
Dânî men ba’âlem yalguz seni sever men
Çün der barem neyâyî ender gamet ölür men
Men yâr-ı bâ-vefâem ber men cefâ kılur sen
Ger tû merâ nahvâhî men hod seni tiler men
(Bilirsin ki cihanda ben yalnız seni severim; yanıma gelmediğin zaman gamımdan ölürüm. Ben vefalı bir dostum, bana cefa edersin; eğer sen beni istemesen bile, ben seni dilerim…”)
Bi-guftemeş ki çirâ bî-geh âmedî ey dust
Bi-guft: “Sayru idi yolda yoldaşım erdi”
(Dedim ki: “Niçin geç geldin, ey sevgili?
Dedi ki: “Yolda bir arkadaşım erişti, hasta idi”)
Arapça-Farsça-Türkçe mülemmasına örnek olarak da şunu dörtlüğü verebiliriz:
“Yâ evhadu bi’l-cemâli yâ cânımsen
Ez ahd-i men ey dost meger nâdimsen?
Kad kunte tuhibbuni fe-kul Taciksen?
Ve’l-yevme hecerteni fe-kul sen kimsen?
(Ey güzellikte tek olan! Sen benim canımsın
Ey sevgili, yoksa bana verdiğin sözden dolayı pişman mısın?
Hani beni seviyordun, söyle Tacik misin?
Bugün ise beni terk edip gidiyorsun; söyle sen kimsin?)
Mevlana’da Orta Asya Türk Töresi
Mevlana, eserlerinde özellikle Mesnevi’sinde Orta Asya Türk adet ve geleneklerinden sık sık söz eder. Nitekim “toy”dan bahsederken,
“Efendi, toy yaptı, Ferec’i everiyorum diye halkı okudu;”
“Elli düğün halkına toy verilir”
“Hakanımız, boyuna bize toy vermektedir, ümit kesmeyin, buyruğu boyuna kulağımızı çekmektedir”
Orta Asya Türklerinde itaat ve teslimiyet sembolü kılıç-kefen’dir.
“Senin padişahça huyunu tanımamıştım. Kılıç-kefeni önüne koyuyorsun; sana boynumu uzatıyorum; vur kes boynumu”
“Saygı yüzünü vurduysam ey ay yüzlüm kılıç ile, kefen ile geldim”
Saçı saçmak ve nazar konusunda Mevlana-Orta Asya geleneğinden örnekler:
“Padişah onun kulağına bağırdı. Ey yoksul dedi, eteğini aç. Saçmak için altın getirdim”
“Ateşe üzerlik tohumu, çörek otu serper gibi kurtarın, başına ateş saç; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır. İblis sana, babasının canı diyor; lanetlenmiş şeytan, bu solukla seni kandırmak ister”
“Kem göz değmesin diye ateşe çörekotu attım; attım ama çörekotuma da nazar değdi”.
Görüldüğü gibi Mevlana’nın Türkçesi Orta Asya Hakani Türkçesi olduğu gibi eserlerinde verdiği birkısım adet ve gelenekler hakkındaki örnekler de hep Büyük Türkistan kaynaklıdır. Zaten o, Mesnevi’sinde çeşitli ırklardan söz ederken, Türkleri “son derece güzel, latif ve cesurane” gibi sıfatlarla övmüştür. Ona göre Türkler, “Güzel ve beyaz yüzlü”dür. Zenci ve Hintli’nin zıttıdır. Türklerin narası karşısında arslanlar bile titrer, savaş Türklere has bir özelliktir. At üstünde maharet sergilerler. Hatta Türk var olduğu sürece vatansız kalmaz.”
“Okçılardır gözleri hoş nese ol kaşları;
Öldürür yüz sü eri, kimdir ol Alparslan”
(Gözleri okçulara benzer, kaşları ne güzel şeydir; yüz askeri öldürür. Kimdir o Alparslan?) diyerek Malazgirt zaferini ve Alparslan’ı över.
Özetleyelim:
- Mevlana’nın yaşadığı dönemde Anadolu Selçukluları’nın resmi dili Farsça idi. Yani devlet Türk, dili Farsça idi. Bu gelenek, Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmi dil ilan ettiği 1277 yılına kadar devam etti. Hatta o dönemlerde toplumda üç dil birden konuşuluyordu. Şairler Farsça, ulema Arapça, köylüler de Türkçe konuşuyordu. Bir şair olarak Mevlana içinde yaşadığı toplumun geleneğine uygun olarak Farsça yazmıştır.
- Mevlana ailesinin evinde konuştuğu dil, Belh’te konuşulan Türkçeydi. Bu dil, Harezm bölgesinin dili olan Harezm Türkçesi veya Hakaniye lehçesi, bir diğer ifadeyle Kaşgar veya Doğu Türkçesi idi. Bu Türkçenin, Anadolu Türkçesi, yani Oğuzca veya Türkmence ile yapı ve vurgu bakımından önemli farklılıkları vardı. Bununla yazsa Horasan’dan göçenlerin dışında kimse anlamazdı.
- Mevlana Konya’daki medrese derslerini de Farsça vermişti. Bunun sebebi Mevlana’nın medrese derslerini verdiği kişilerin, Farsça bilen, felsefede, tasavvufta ve İslami bilimlerde yetenekleri olan eğitimli kişilerden oluşmuş olmasıydı.
- Mevlana’nın evinde Hakani Türkçesi konuşulduğunun en açık delili oğlu Sultan Veled’in “İbtidanamesi”dir. Burada Hakani Türkçesiyle yazılmış yüzlerce beyit bulunmaktadır. Sultan Veled, Mevlana ailesi Karaman’a yerleştikten sonra, Karaman’da dünyaya gelmiştir (1226). Ailede Türkçenin bu lehçesi konuşulmasaydı, Sultan Veled Hakani Türkçesini kimden ve nereden yazıp öğrenecekti? Kendilerinden başka Karaman’da bu lehçeyi konuşan pek kimse yoktu. Öyleyse Mevlana ailesi, bir Türk olarak soydaşlarının ülkesine göç etmiş ve evinde Hakani Türkçesini konuşan bir Türk ailesidir. Zaten Mevlana da yukarıda belirttiğimiz rubaisinde “Her ne kadar Hindu dilinde konuşsam, yazsam da aslım Türk’tür” sözüyle son noktayı koymaktadır.
MESNEVİ:
Mesnevi, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla “İkişer, ikişerlik” demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevi adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevi’de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir.
Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir şiir tarzı ise de “Mesnevi” denildiği zaman akla “Mevlana’nın Mesnevi’si”gelir. Mevlana Mesnevi’yi Çelebi Hüsameddin’in isteği üzerine yazmıştır. Katibi Hüsameddin Çelebi’nin anlattığına göre Mevlana, Mesnevi beyitlerini Meram’da gezerken, otururken, yürürken hatta sema ederken söyler, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mevlana, Mesnevi’de tasavvuf öğretisini doğa, doğadaki canlılar ve insan konulu çeşitli öyküler aracılığıyla anlatıyor ve bu öykülerle Tasavvuf ilkelerini örnekleyen sonuçlar ortaya koymuştur.
Halen Mevlana Müzesi’nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevi nüshasına göre, beyit sayısı 25.618 dir.
Mesnevi’nin vezni : Fa i la tün- Fa i la tün – Fa i lün’dür
DİVAN-I KEBİR:
Divan, şairlerin şiirlerini topladıkları defter anlamına gelir. Divan-ı Kebir “Büyük Defter” manasına gelir. Mevlana’nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Divan-ı Kebir’in dili de Farsça olmakla birlikte, içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yer almaktadır. Beyit sayısı 40.000’i aşmaktadır. Mevlana, Divan-ı Kebir’deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divana, Divan-ı Şems de denilmektedir.
FİHİ MA Fİ H:
Fihi Ma Fih “Onun içindeki içindedir” manasına gelmektedir. Bu eser Mevlana’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. 61 bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane’ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret, mürşit ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.
MECALİS-İ SEB’A:
(Yedi Meclis) Mecalis-i Seb’a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlana’nın yedi meclisi’nin, yedi vaazı’nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlana’nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlana’nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlana, yedi meclisinde şerh ettiği hususların konuları bakımından dağılımı aşağıdaki gibidir.
- Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
- Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
- İnanç’daki kudret.
- Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah’ın sevgili kulları olurlar.
- Bilginin değeri.
- Gaflete dalış.
- Aklın önemi.
Mevlana, yedi meclisinde her bölüme “Hamd ü sena” ve “Münacaat” ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevi’nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.
MEKTUPLAR:
Mevlana’nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 mektuptan oluşur. Mevlana bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında “kulunuz, bendeniz” gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflarla hitap etmiştir.
MEVLEVİLİK:
Mevlevilik, literatürde, adını tarikatın ilkelerini oluşturan Mevlana Celaleddin Rumi’den alan büyük ve ünlü sufi tarikatlarından biri olarak geçer.
Mevlana tam anlamıyla bir tarikat kurmamış, ancak daha sonra kurulacak bu tarikatın temellerini atmıştır. Sağlığında, dostları ve öğrencileri ile birlikte sohbet toplantıları düzenlenir, dini konuşmalar yapılır, müzik dinlenir, sema yapılır ve zikredilirdi. Zamanla Mevlana’nın fikirleri yayılmış ve toplantılarına katılmak isteyenlerin sayısı arttıkça, Mevlana, toplantılara düzen vermek için bazı kurallar koymuştur. Bu kurallar, Mevlevilik tarikatı ritüellerinin kökenini oluşturmuştur.
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled postnişin (şeyh) olduktan sonra, Kur’an ve mesnevi okunan bir tarikat merkezi (tekke) inşa edilmiş,böylece mevlevilik, sufi tarikatlardan biri haline gelmiştir. Mevlana’nın, yakınları ve dostlarının defnedilmiş olduğu Konya’daki Yeşilkubbe (Kubbei Hadre), tarikatın manevi merkezi halini almıştır. Bugün de pek çok müslüman bu türbeyi ve yanındaki tekkeyi ziyaret etmektedir.
Mevlevilik’te, özellikle müzik, sema ve şiir tarafından sağlanacak ruh coşkunluğu aracılığıyla nefsi yenme ve benlikten geçmenin sağlanması amaçlanır. Mevleviliğe göre tasavvuf eğitiminin amacı, kişinin kendine gelmesini, kendini bulmasını sağlamaktır. Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu, zikir ve çile değil, aşk ve coşkunluktur. Bunun için de ad ve sözcüklerden geçip Allah’ı bulmak, varlıktan arınmak gerekir. Var görünen şeyler gerçekte yoktur; görünen nesnelerde varlığını duyuran Allah’tır.
Mevlana’ya göre, mürit, kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir. Benliğini zayıflatmaya, nefsi kırma (dünya nimetlerinden kaçınıp perhizle yetinerek yaşama) yoluyla nefsini öldürmeye çalışmalıdır.
Mevleviliğin temel ilkesi, varlık birliği (vahdet-i vücut) sonucunda oluşan sevgi ve saygıdır. Evrende var olan herşeyin bir “can”ı olduğu varsayılarak, bunların incitilmesinden kaçınılır. Bu varsayım, Allah ile evrenin birliği görüşünden kaynaklanır. Allah, yarattığı evrende çeşitli şekillerde görünür. Evrende var olmak demek, Allah’ın bir görünüşüne sahip olmak demektir. Gerçek varlık Allah’tır. Herşey Allah’tan gelir ve ona döner. Allah’tan başka varlık yoktur. Her varlık Allah’ı yansıttığı için insanı sevmek Allahı sevmektir. Allah, insanı birtakım yüce nitelik ve yeteneklerle donatmıştır. İnsanı diğer varlıklar arasında yüce kılmıştır. Bu yüceliği kavramaya “irfan” denilmiştir.
Mevlevilikte aşk, Allah’a duyulan sınırsız, derin ve karşılıksız bağlılığı gerektiren tutkudur, sonsuz coşkunluktur.
Mevleviliğin temel ilkeleri genellikle oniki başlık altında toplanabilir.
-
İnsanlığa hizmet etmek,
-
İyi ve güzel davranışın örneği olmak,
-
Mesnevi okumak ve mutasavvıf olmak,
-
Aklı iyi kullanmak, hikmet sahibi olmak,
-
Dindar olmak,
-
İçini her zaman temiz tutmak,
-
Mevlana’yı pir tanımak,
-
Mevlana’nın yolundan ayrılmamak,
-
Allah’tan, Muhammed Peygamber’den sonra Mevlana’ya bağlanmak, ona gönülden inanmak,
-
Dinsel bilgilere sahip, bilgili olmak,
-
Alçak gönüllü, sabırlı, güler yüzlü ve nazik olmak,
-
Maddi ve manevi bakımdan temiz olmak.
Mevlevilikte sema, içten anılan Allah ile sağdan sola doğru ve sol ayağını geriye doğru çekerek yine sola yürüyüp dönmek biçiminde uygulanır.
Mevlana’nın oğlu Sultan veled, sema törenini ve mevlevi olabilme koşullarını daha detaylı kurallara bağlamıştır. Mevlana döneminde tarikata girebilmek mürit adayının saç,sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç tel kıl çekilmesiyle gerçekleştirilmekteydi.
Mevleviliğe girişin ilk aşaması “Muhiplik”tir. Muhip olmak isteyen mevlevi şeyhine başvurur. Şeyh kabul ederse, abdest alarak belirlenen günde şeyhe gelir, açık başını şeyhin dizine koyar, şeyh müride sikkesini (Mevlevi başlığı) giydirip tekbir getirir. İkisi birlikte fatiha suresini okuduktan sonra birbirlerinin ellerini öperler. Bu tören “Görüşmek” olarak adlandırılır. Törenin ardından “Nevniyaz” adını alan muhip, tarikat kurallarını ve sema öğrenmesi için dergahtaki “Dede”lerden birinin yanına verilir. Muhip, postta oturma, hırka giyme ve kuşak kuşanma, hücrede çile çekme aşamalarından sonra “Dede” unvanını alır.
Mevleviliği Konya’da Mevlana soyundan gelen çelebiler, diğer yerlerde ise şeyhler temsil ederdi. Şeyhler, dervişlik süresi bitenlerden seçilirdi.
Özetlersek; Mevleviliğin, kişinin tasavvuf yolculuğundaki durumuna göre çeşitli aşamaları vardı. İlk aşamada Mevlevilerin büyük çoğunluğunu oluşturan muhipler bulunurdu. Muhip, sikke giyerek yola düşen, ancak henüz derviş olmamış kişiydi. İkinci aşamadaki dervişlere dede adı da verilirdi. Bir tekkeyi yönetmek, muhip ve derviş yetiştirmek yetkisi bulunan şeyhler ise üçüncü aşamada yer alırdı. En yüksek aşama ise halifelerin bunduğu dördüncü aşamaydı.
Mevlevilik, her çağda kurulu düzenden yana tavır alması, toplumsal hareketler karşısında tepkisizliği, dahası halk hareketlerine karşı tavır alması, yazı dili olarak Farsça kullanılarak Türkçe’nin ihmal edilmesi gibi yönlerden olumsuz değerlendirilmekle birlikte, genellikle bağnazlıktan uzak, hoşgörülü ve insan sevgisiyle dolu bir görüşü temsil etmesi, “Korkulan Allah” anlayışı dışında “Sevgi dolu Allah” anlayışını öne çıkarması, özgün bir müzik ve edebiyatın doğmasını sağlaması bakımlarından olumlu değerlendirilebilir.
Mevlevilik’de, gerçeğe eren insan, evreni kendisinde görmekten ve bireyselliğinden geçer, evrene yayılır. Bu durumda, insanın dileği bütün evrenin dileği olur. Mevlevi tasavvufunda amaç, kulluk ve yokluktur. Yaratılışın anlamı aşktır. Allah’tan başkasına aşık olmak da geçici bir hevesten başka birşey değildir. Mevlana,aklı tek başına metafizik gerçekleri kavramakta yetersiz bir olgu olarak görmüş, insanın kendi eksik aklıyla ve kişisel görüşüyle gerçek bilgi sahibi olamıyacağını varsaymıştır. Bu yaklaşım tipik bir “Bilebildiğimiz kadar düşünürüz” yaklaşımıdır. Aklı, nefsin zıddı olarak düşünür ve insanda iki tür akıldan söz eder. İnsanın günlük yaşamında güncel/bireysel sonuçlar ürettiği “bireysel akıl” ve yaratıcı gücün algılanmasına/anlaşılmasına yarayan “yaratıcı gücün aklı.” Allah’a ulaşmada aklın kısıtlayıcılığından kurtulabilmek için aşkın büyük kanatlarıyla ilerlemeyi önerir.
Her an yeni baştan yaratılmakta olan evren bir karşıtlar alemidir. Her şeyin soyut olduğu bu alemde, Allah’ı gerçek anlamda tanımayan insanlar, para, altın ve gümüşün kulu, kölesi olurlar. Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu Allah aşkıdır. Mevlana bu dünyayı geçici bir sınav alemi olarak görür, dünyada yapılan her işin karşılığının kalıcı olduğunu söyler ve şöyle der:
“İlk alem, sınav alemi; ikinci alem de insanların yaptıklarının karşılığını görme alemidir.”
Buradaki aşkı, “insanı nefsinden, bencilliğinden kurtaran bir tapınma biçimi/anlayışı olarak anlamak gerekmektedir. Ne demiştir Mevlana:
“Aşık, gönül yurduna sefer eden kişidir.
Allah’a giden en kısa yol budur.
Gönlünü Allah’a vermiş bir insanın artık kendi benliği kalmaz.”
Bu düşüncenin devamında, ölümü de Allah’a gerçek kavuşma olarak görür. İnsan, öldüğü zaman Allah’tan bir parça, bir yansıma olmaya devam edecektir ona göre. Yani, ölüm bir doğumdur. Bu nedenle:
“Gerçek yaşam dünyadan ayrıldıktan sonra başlıyor; bu dünyadaki yaşam bir hayal.” der.
Tasavvuf düşüncesinde iki tür ölümden söz edilir. Birincisi zorunlu ölümdür. İnsanın bedensel ölümüdür ve ruhun bedenden ayrılmasıdır. İkincisi iradi ölümdür. “Ölmeden önce ölünüz” ilkesiyle Allah’a erişmek, dünya hazlarından uzaklaşarak benliği öldürüp, Allah’ın varlığında yok olmaktır. Mevlana’nın anlatımıyla iradi ölüm:
“O’nun yanında iki ben sığmaz.
Sen, “Ben” diyorsun; o da “Ben” diyor.
Ya sen öl, ya da o ölsün ki, ikilik kalmasın.
Fakat, O’nun ölmesi imkansızdır.
Bu ne hariçte, ne de düşüncede mümkün olur.
Çünkü O, ölmeyen bir diridir.
Allah’a varmada bedenin ölümü hayattır.
Beden yok olursa ruh ebedileşir.”
İnsan, beden ve ruhtan oluşmuştur. Mevlana’ya göre bir “haset evi” olan beden ortadan kalkınca perde açılır ve ruh özgür olur, aslına döner.
Mevlana, kin, öfke ve şehvetin insan yaşamından uzak tutulması gerektiğini söyler ve şöyle der:
“Öfkeyi, şehveti, hırsı terk etmek erliktir.
Bu peygamberlik damarıdır.
Kin duygusu gelince hünerler görünmez olur,
Gönülden göze yüz perde iner. Kin tutma!”
Mevlevilik, temelde dinler arasında ayrım yapmaz. Mevlana’nın deyişiyle:
“Bir dinin diğerine üstünlüğü yok.
Tüm insanlar dünyaya eşit olarak geliyorlar.
Buna Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi felsefeler ve hatta
Allah’a inanmayanlar da dahil.”
Ama özelde İslamcı öze dayanan bir felsefedir doğal olarak. Yine Mevlana’nın söyleyişiyle:
“Biz pergel gibiyiz.
Bir ayağımız şeriatta sağlamca durur,
Diğer ayağımız yetmişiki milleti dolaşır.”
Mevlana’ya göre insanın kendi içindeki gerçek özü bulması onu Allah’a yaklaştırır.
“Canında bir can var, o canı ara…
Beden dağında bir mücevher var,
O mücevherin madenini ara…
A yürüyüp giden sufi,
Gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil,
Aradığını kendinde ara.”
Kötülüğü de önce kendi içimizde aramamız gerektiğine inanır.
“Olayları yorumlama, kendini yorumla.
Kendine kötü de, ama gül bahçesine kötü deme.
Kendini kendinden arıt ki,
İçindeki pak seni göresin.”
İnsana en büyük kötülük de nefsinden gelir.
“Cehennem bu nefistir.
Bizim nefsimiz ateşten parçadır.
Parça bütünü özler.
Nefsin hedefi de ait olduğu cehenneme bizi çekmektir.
Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o.
Dertten eline fırsat geçmediği için uyur.
Derdin bitince çıkar hemen.
Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.”
Ona göre egosuna karşı başarılı bir mücadele vererek başarılı olan kişi evrenin egemenliğine ulaşabilir.
“Vücudunda egosu ölen kişinin emrine güneş de tabidir bulut da.
Nefsinin istediğini yapıp, bir de “inşallah” demek Allah’la alay etmektir.
Kimi kandırıyorsun?”
Mevlevilik, özellikle 15. Yüzyıldan sonra büyük gelişme göstererek çok geniş bir alana yayılmıştır. Anadolu, Azerbeycan, İran, Irak, Suriye, Mısır gibi çeşitli yerlerde birçok Mevlevi Tekkesi açılmıştı. Özellikle 16.yüzyıldan sonra aydınlar tarikatı haline gelmiştir. Geniş halk kesimlerinden çok soylular, vezirler, yöneticiler, bilginler arasında yaygınlaştı. III.Selim, II.Mahmut ve Abdülmecit gibi Osmanlı padişahları da mevlevi olmuşlardı.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde, mevlevilik diğer tarikatlarla birlikte 13 Eylül 1925 tarihli bir yasal düzenleme ile yasaklanmıştır. Bu nedenle, Mevlana’nın Konya’daki türbe ve dergahı müze halinde açık durumdadır. Burada ve İstanbul’daki Galata Mevlevihanesi’nde gösteri amaçlı ayinler yapılmaktadır.
MEVLANA’NIN VASİYETİ:
Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”
MEVLANA’DAN DEYİŞLER
A |
- A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.
- Acele şeytan hilesidir, sabır ve tedbir Allah lütfu.
- Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma… Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır.
- Açlık, ilaçların padişahıdır. Hekimler niye perhiz verir düşünsene.
- Adam savaşmakla çetin er sayılmaz, öfkelendiği zaman kendini tutabilendir çetin.
- Akıl, bir başka akılla çift oldu mu, ışık çoğaldı, yol belirdi demektir. Fakat nefs, bir başka nefsle sevindi mi, karanlık artar, yol belirsiz olur.
- Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.
- Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.
- Allah mermere emir vermez.
- Allah merhalesinde akıl beygirine yol yoktur.
- Allah üstünlük bakımından göz yaşını şehitlerin kanı ile eş tuttu.
- Allah’a şükür, rızkı artırır.
- Allah’ım sen kimi dertle hasta etmek dilersen ona ağlayış kapısını kapatırsın. Kimi de beladan kurtarmak dilersen gönlüne sızlanma ve ağlayış verirsin.
- Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar.
- Aklın başına gelince pişman olacağın bir işi sakın yapma.
- Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.
- Ancak fikirdir varlığın, gerisi kemiktir bir yığın.
- Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.
- Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.
- Ayrılık içinde insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman yıl gibi gelir.
- Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil. Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda, aşk sana uzak değil!
- Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgili’ye “yar” denir…
- Aşk, her şeydedir ama hiçbir şeyde görünmez.
- Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!
- Aşk, öyle engin bir denizdir ki, ne başlangıcı ne de sonu vardır.
- Aşk,etinden topuğuna kadar işlemiş bir nasırdır. Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın. Fakat her iki yolda da tek bir gerçek olacak. Canın çok ama çok acıyacak
- Aşka yanmalı can dediğin. Ya canan olmalı ya da canını almalı. Yar diyemezsin ki herkese içindeki yaran olmalı… Herkesin de bir yüreği vardır amma yürek dediğin bir başka yanmalı.
- Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
- Adaletnedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymak.
- Adalet taksimcidir, bölüşülecek şeyleri o bölüştürür… fakat şaşılacak şey şu ki bunda ne cebir vardır ne de zulüm!
- Aklın yoksa yandın, ya kalbin yoksa o zaman sen zaten yoksun ki.
- Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söylediği her şeyi düşünür.
- Amaca sabırla varılır, acele ile değil.
- Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
- Akıllılar önceden ağlarlar; bilgisizlerse işin sonunda başlarını vururlar. İşin başında sonunu gör de ceza gününde pişman olma.
- Ayna ile terazi, birisi incinecek yahut utanacak diye doğru söylemekten sakınır mı, susar mı? Ayna ile terazi, öyle kadri yüce ve doğru mihenk yerleridir ki sen onlara iki yüz sene hizmet etsen sonra aynaya desen ki “Ben sana bu kadar sene hizmet ettim, hatırım için beni çirkin gösterme” Teraziye desen ki “Yalvarırım sana, fazla tart, eksiğimi açığa vurma” Onlar sana cevap verir de derler ki “Zavallı, herkesi kendine güldürme, alemi kendine maskara etme” Ayna ile terazi hile bilmezler, yalan söylemezler. Doğruluktan ayrılmayan ayna ile terazi derler ki “Allah gerçeklerin bizim vasıtamızla tanınması, anlaşılabilmesi için kadrimizi yüceltti, bizi bu işte görevlendirdi. Bu doğruluğumuz olmasaydı, gerçeği olduğu gibi ortaya koymasaydık bizim ne değerimiz kalırdı? İyilerin güzellerin yüzlerini nasıl görür, nasıl gösterebilirdik?”
B |
- Bendeyim Kur’ân-a candan tende can durdukça ben, bir küçük toz zerresiyim ben Muhammed yolunun, kim ki bundan başka bir söz nakleder ise benden, bezmişim billâh hem ondan hem sözünden onun…
- Beni yabancı saymayın, buralıyım ben,
kendi evimi ararım sizin sokağınızda,
Düşman değilim , öyle görünsem bile,
aslım Türktür Hintçe (Farsça) konuşsam bile - Başta dönüp koşan nice bilgiler, nice hünerler vardır ki, insan onunla baş olmak isterse, baş elden gider. Başının gitmesini istemiyorsan ayak ol.
- Başkalarına imrenme, çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.
- Bardağımız küçük ise deryayı suçlamaya hakkımız olmaz.
- Beri gel, beri!
Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik? - Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
- Bir adamın camilere alıştığını görürseniz, imanlı olduğuna şahitlik ediniz.
- Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Mademki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin. - Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.
- Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez.
- Bir uluya “Tasavvuf nedir?” diye sordular. “Sıkıntı çağında gönülde genişlik bulmaktır” dedi.
- Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
- Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki “Güzelim, emin ol… sen benim üstüme bineceksin. Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür.” İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.
- Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak aramamak demektir.
- Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini.
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil. - Bizi bilen bilir, bilmeyense kendi gibi bilir
- Bil ki.. Domuzların önüne elmaslar serilmez, mücevherden ancak sarraflar anlar başkası bilmez, ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da, sana bakan kör ise kendini camdan sanma.
- Bil ki görünen şekil yok olur gider. Anlam alemidir ölümsüz olan. Neden bir testinin şekliyle oynayıp duracaksın? Bırak testinin şeklini, suyu ara.
- Bizi bizden başkası zaten ayıramazdı. Bize bunu bizden başkası yapamazdı. Ah be sevgili; hamdım belki ama piştim yandım. Zaten beni senden başkası yakamazdı.
- Beni bir ben bilirim, bir de Yaradan.Bana bir ben lazımım, bir de Anlayan.
- Bir mum diğer mumu tutuşturmakla ışığından birşey kaybetmez.
- Bir insan bilmiyorsa ne istediğini, hem seni ziyan eder , hem kendini…Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi,emin olmadığın sevgiye teslim etme kendini…
- Bütün kâinat birbirine sevgi ile bağlanmış. sevgini vermesini öğren.
Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış.
Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış. - Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
- Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
- Büyük Allah’tan bizler niye terbiye isteriz? Çünkü terbiyesizler, Allah’ın lütfundan mahrumdurlar. Terbiyesiz, yalnız kendine kötülük etmez, bütün utanç ve erdem ufuklarını ateşler.
- Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil.
- Bozuk olunca maya, ne ar tanır ne haya.
C |
- Can ve gönül de yani kalpte hakikat coşkunluklarını kaldıracak takat, kulakta da bunu işitecek istidad yoksa, ben kime ne söyleyeyim?
- Can ararsan can olursun. Av için yemek ararsan yemek olursun. Neyi ararsan o olursun.
- Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz. Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda hissi müşterek yoktur. Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak! Melekler, Adem’e secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür. Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil değildir, yaraşmaz.
- Cehalete düşmek Allah’ın zindanına girmektir, ilme dalmak Allah’ın sarayına girmektir.
- Cenab-ı Hakk kâfir için necis dedi. Fakat dikkat et ki; kâfirlerin dışı pis değildir. O pislik onların din ve ahlakındadır.
- Cahil kişi gülün güzelliğini görmez, gider dikenine takılır.
- Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır.
- Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.
- Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir.
- Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin, bir damla su arıyorsan susun, zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşıksın, Gönlün neye kapılmışsa O’sun sen. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir.
- Can’ı canan’a teslime hazır değilsen “ben aşk’ım” deme kimseye.
Ç |
- Çalış çabala da nura ulaş. Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzeti alır. Havuç, elma, ayva, ceviz pekmezde kaynasa pekmez tadı alır. Bilgi nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilgiden nur bulur.
- Çarpık ayakkabı, çarpık ayağa uyar.
- Çıplak geldik; giyindik, soyunduk, gidiyoruz.
D |
- Daima başkaları için ağlayıp durma. Bir köşede oturup, biraz da kendin için ağla.
- Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.
- Denizde inciler derinde olur. Çer çöp sahilde olur.
- Deniz gibi mal kazan. Fakat, sen üzerinde gemi ol.
- Dışarıdan ışık kaynağı olmazsa, gözler renkleri farketmez, kör olur gider.
- Dıştaki ateş suyla söner. Şehvet ateşi, parladıkça parlar; adamın yüzünün suyunu yerlere döker.
- Dinle neyden duy neler söyler sana,
Derdi var ayrılıklardan yana.
Beni kamışlıktan kestiler keseli,
Ağlarım, ağlatırım herkesi. - Din düşmanlarının başına kılıç ol, kurt gibilere ateş saç; çünkü onlar, Yusuf düşmanıdırlar.
- Değirmen taşı gibi evren dönmekte, gece gündüz ağlayıp inlemekte, madem ki evrende aşktan dolayı huzur yok, ey gönlüm, yıldızlar gibi dön, sana rahat yok.
- Denizin dibinde incilerle taşlar karışık olarak bulunurlar, övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar.
- Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
- Dertli bir adamın tereddüt ve dumanlarla dolu bir gönül evi vardır; derdini dinlersen o evde bir pencere açmış olursun.
- Dervişlerin kendilerine yaptıkları bu eziyet neden? Çünkü bedene gelen bela, canların sağlığını sağlar. Bedenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ölümsüzlük verir.
- Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
- Doğru olsam ok gibi yabana atarlar beni
Eğri olsam yay gibi elde tutarlar beni
Hiç keder elem etme, boş yere matem etme
Düşmanlarını tanı, uzak dur, sitem etme
Ne fakiri aç gördüm ne zengini tok
Hedefine varır elbet doğru ok. - Doğruların yemin etmeye ihtiyacı yoktur.
- Dostun yanına hediyesiz gitmek,buğdaysız değirmene gitmek gibidir.
- Duydum ki gıybetimi yapmışsın, yüzüme söylemekten kaçmışsın. Benim gibi bir acizden korkmuş Allah’tan korkmamışsın.
- Dua ve ibadet Allah ile olmaktır. Allah ile olan kimse için ise ölüm de ömür de hoştur.
- Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
- Dünya kazancı için yapılan hileler boştur, dünya sevgisini azaltan hileler hoştur, bu dünya zindandır, biz ise esiriyiz, bu zindanı delip kendimizi kurtarmalıyız.
- Dünyanın en güç işi bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir.
- Düşmanların en çetini sizin içinizdedir.
- Düşüncen gül ise gül bahçesisin; diken ise gülhana atılacak odunsun.
E |
- Edepli Edebinden Susar,Edepsiz de Ben Susturdum Zanneder…
- Eğer baş, muhabbet ile dolmamışsa, o baş kuyruktan geridedir.
- Eğer müslümanca yaşamak istersen Kur’an’a sarıl; çünkü, onsuz islami hayat mümkün değildir.
- Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki, sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki, aradığın ancak sensin sen.
- Eğri ayağın gölgesi de eğridir.
- Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
- Eli görmeyen kişi yazıyı kalem yazdı sanır.
- Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
- Eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
- Ey arkadaş, sufi, bulunduğu vaktin oğludur. Bu iş yarın olsun yarına kalsın demek, tarikat anlayışına uymaz.
- Ey dost, dirilik istiyorsan ölümden önce öl. Ölüp de rahatlığa kavuşan ölü değildir; ölüp giden yaşarken ölmüş kişidir.
- Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.
- Ey gönül! Gülü seviyorsan dikenini de seveceksin, deryayı seviyorsan dalgalarını da seveceksin, vuslatı seviyorsan firakını da seveceksin, sevgiliyi seviyorsan nazını da seveceksin, hayatı seviyorsan ölümü de seveceksin.
- Ey kardeşim! Sen düşünceden ibaretsin. Senin varlığın bundandır. Geri kalan et ve kemiktir ki, onlar hayvanlarda da vardır.
- Ey İnsan! Kaf Dağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma her şeyin bir hesabı var; üzdüğün kadar üzülürsün.
- Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan, bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.
- Ey yemeye içmeye rehin olup hapse düşen, sütten kesilmeye dayanırsan yakında kurtulursun.
- Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
- Ey çaresiz âşık! Bir bak bakalım senin değerin ne kadar?
F |
- Filozofların felsefesi, insanoğlunun zan ve şüphesini artırır. İslam’ın hikmeti ise, insanı yücelere ulaştırır…
G |
- Gelin bağa yeşiller kuşanan doğayı görün. Her köşede bir çiçek dükkanı açan doğayı görün. Güller gülerek sesleniyor bülbüllere: Susun, susarak doğayı görün.
- Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır. Ama, su geminin içine girerse onu batırır. Gemi için su ne ise inanan için de dünya odur.
- Genişlik, sabırdan doğar.
- Gençliğin aynada göremediğini,yaşlılar bir tuğla parçasında okurlar.
- Gerçek aşkta ne vefa vardır ne cefa.
- Gerçekten de Mesnevi, Alemlerin Rabbi tarafından ilham olunmuş bir kitaptır.
- Gerek yok her sözü laf ile beyana. Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana.
- Gönül kazanmak istiyorsan, sevgi tohumu ek. Cenneti kazanmak istiyorsan, yollara diken serpmekten vazgeç!
- Gönül nuru olmayan gönül, gönül değildir. Bedende ruh yoksa topraktır.
- Gönlünü vermedikçe gönül bulamazsın.
- Gönüllerini Allah’ı anarak, iyi işler yaparak cilalamış, parlatmış olanlar renkten ve kokudan kurtulmuşlardır. Onlar, her an, işlerinde bir hoşluk, bir güzellik hissederler. Onlar bilginin şeklini, dış yüzünü, kabuğunu bırakmışlar da mánásını ve özünü almışlar ve ayne’l-yakin bayrağını yüceltmişlerdir. Düşüncelerden, duyguların yükü altından kurtulmuşlar da aydınlığa kavuşmuşlardır. Benliklerini Hakk uğruna kurban etmişler, irfan denizi kesilmişlerdir. Herkesin korktuğu, ürktüğü, kaçtığı ölüme karşı, Hakk aşıkları, acı acı gülümser. Kimsecikler onların gönüllerine bir zarar veremez, zira zarar sedefe gelir, içindeki inciye gelmez.
- Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
- Gözünün cevherini nerede eskittin, beş duyunu nerelerde kullandın.
- Gözünüzü açıp Kur’an’a bakınız. Allah kelâmı olan kur’an’ın tüm ayetleri edep öğretmektedir.
- Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun!
- Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu yaptı.
- Gülene neden gülüyorsun diye sorulmaz, ama ağlayana sorulur.
Sen dualarında ağla ki Rabbin sebebini sorsun! - Güller güzeldir. Dikeni acıtır derler.
Neden acıtsın ki tutmasını bilince eller. - Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim. - Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığını kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
- Güzel yüz aynaya âşıktır.
- Güller güzeldir. Dikeni acıtır derler. Neden acıtsın ki tutmasını bilince eller.
- Gözyaşının bile görevi varmış; ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.
- Gönül aynası dünya sevgisi tozundan, nefsani arzulardan temizlenir, pak ve saf bir hale getirilirse, orada su ve toprak nakışlardan başka şeyler görürsün. Gönül aynasında hem resmi, nakşı görürsün; hem de resmi ve nakşı yapanı; hem devlet, saadet yaygısı seyr edersin; hem de onu yayanı ve döşeyeni.
H |
- Hangi renk camdan bakarsan güneşi o renk görürsün. Camı kır ki nur görünsün.
- Hamdım, piştim, yandım.
- Hak’tan bahar fermanı gelmedikçe, topraksırrını açmaz.
- Hayatının gidişi, Muhammed’in sünnetinden sapmasın. Onu bırakma! Aklına ve hünerine az güven!
- Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır. - Hem gam çağında, hem esenlik çağında Allah’a dayanmadan, tümden ona teslim olmadan başka her şey düzendir, tuzaktır.
- Her birimiz tek kanatlı melekleriz ve bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz.
- Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
- Her insan bir alemdir. İnsan düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir.
- Her korkuda binlerce eminlik vardır, göz karasında onca aydınlık mevcut.
- Her ne kadar dil ile anlatılması pek parlak ve aydınlatıcı olsa da aşkın dile düşmemesi, söylenmemiş kalması ve gönülde duyulması daha parlaktır.
- Her rüzgarla otlar gibi sallanırsan, dağlar kadar olsan da bir ota değmezsin.
- Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki rahat edesin.
- Her şeye doğru demek ahmaklıktır, ama her şeyin yanlış olduğunu söyleyen de zorbadır.
- Her şeyi, aramadıkça bulamazsın; fakat bu dost başka; bunu bulmadan arayamazsın.
- Her zaman doğruyu söyle, ama her zaman her doğruyu değil.
- Herkesin bakmadığı yönden bak dünyaya.
- Hırs insanı kör ve ahmak eder. Bilgisiz hale sokar da ölümü kolaylaştırır.
- Hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki; ha bir altın çalmışsın ha bir iğne.
- Hırsızlara,kötülere,alçaklara acımak zayıfları kırıp geçirmektir.
- Hırsla dolu aşağılık ve haram yiyici kişi, o sayı günü domuz şeklinde, zina edenler avret yerleri kokarak, şarap içenler ağızları kokarak dirilirler.
- Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
- Hiçbir ölü öldüğüne hayıflanmaz, sadece azığının azlığına hayıflanır. Ölen kuyudan ovaya çıkmış demektir.
- Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz? Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?
- Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım… - Hulasa oklar ve süngüler önünde kafirlerin kanı mübahtır. Çünkü onlar, işe yaramaktan uzaktırlar. Onların karıları ve çocukları da esir sayılır. Çünkü akılları yoktur, merdut ve aşağılık kişilerdir.[9]
- Hürmet eden hürmet görür.
- Herkesin aynı şeyi düşündüğü yerde kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir.
I |
- Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
- Irz ve namustan mahrum olanlar, millet ve vatan hissi taşımazlar; böylelerinden sakınılmalıdır.
İ |
- İçinde azıcık nur olmayana, dışarıdan verilen öğüt fayda vermez.
- İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.
- İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
- İnanan kişi, işlerini Allah emretti diye yapar. İnanmayan ise, mücadele ve gösteriş olsun diye yapar. Böyle inatçı kişilerin başlarına toprak saç.
- İnsan dostunun huyunu alır.
- İnsan içki içmekte serbest, ama sarhoş olmakta serbest değildir.
- İnsanlar, güller arasında dikenler bulunduğundan şikayet edeceklerine, dikenler arasında güller yaratıldığına şükretmelidir.
- İnsanları iyi tanıyın, her insani fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin.
- İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak gerçek dostu görendir.
- İnsan korkusundandır ki cinler, periler sahillere sığınmışlar, her biri bir gizli yere saklanmışlardır. Bu yüzden insanoğlunun gizli düşmanı çoktur. Durumu anlayarak çekingen ve ihtiyatlı hareket eden kişi akıllı kişidir. Allah’ın bizim nazarımızdan gizli tuttuğu nice çirkin, güzel mahlukatı vardır ki onlar her an gönül kapısını çalar dururlar.
- İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.
- İnsanlar uykudadır. Öldüklerinde uyanırlar.
- İnsan akılla pir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. Komşularından av kapmak aslanlara ayıptır, köpeklere değil.
- İşle öğüt veren, sözle öğüt verenden iyidir.
- İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
- İyilerle gezersen alırsın mertebe, kötülerle gezersen dönersin merkebe.
K |
- Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
- Kalbinizle yaptığınız her şey size geri dönecektir.
- Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
- Kanat vardır doğanı padişaha götürür; kanat vardır kuzgunu leşe götürür.
- Kargalar gülistanı işgalettiklerinde bülbüller siner ve susar.
- Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin,
Gül düşünür gülüstan olursun,
Diken düşünür dikenlik olursun. - Karga, gül bahçesinde gezmekle bülbül olmaz.
- Kendi körlüğünü tedavi etmeye çalış, yoksa alem hep O’dur, fakat O’nu görecek göz olmalıdır.
- Kendini noksan gören kişi, olgunlaşmaya on atla koşar. Kendini olgun sanan ise Allah’a bu zannı sebebiyle ulaşamaz.
- Kır oğul zinciri; hür gez, hür konuş,
Yok mu altından gümüşten bir kurtuluş? - Kibriya güneşinin şu anından mahrum ve ışıksız olan gönül evi, Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Tanrı’nın zevkinden mahrumdur.
- Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmayan herkese dost kesilir. Nakışsız ayna olur, tüm nakışlar onda seyredilir.
- Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
- Kim demiş gül yaşar dikenin himayesinde? Dikenin itibarı gül himayesinde!
- Kim sabrederse rızkı gelir ona. Aşırı hırsla çalışma ve çabalama sabırsızlıktır.
- Kim zahmet çekerse defineyi elde eder.
- Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür.
- Kopan gülün dalında durması ne kadar zorsa… Kırılan kalbinde onarılması o kadar zordur!..
- Korku erkektir, umut ise dişi; onlardan ölümsüz ve temiz şeyler doğar.
- Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
- Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma.
- Kötü zanda bulunan kişi çirkindir. Aslında o kendi içini vurur karşıya.
- Kötülerin övülmesi arşı titretir.
- Kötülük insana tamahtan gelir. Kanaatten kimse ölmedi, hırsla da kimse padişah olmadı.
- Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı, cehennem ateşinin aslı oldun gitti.
- Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
- Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömür ise kısadır. Korkarım ki,sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.
- Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Şaşılacak olan odur ki bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.
- Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
- Kötülük yaptın mı kork, çünkü o bir tohumdur, Allah yeşertir karşına çıkartır.
L |
- Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir, helvadır.
M |
- Mademki insanın yaratılmasındaki maksat, Tanrı’ya ibadet etmesidir, şu halde ibadetten baş çeken, ibadete yanaşmayan kişinin ibadet yeri cehennemdir. İnsan her işi yapabilir, fakat yaratılmasındaki maksat ibadettir. “Ben, insanları, cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Bu ayeti okusana. Alemin yaratılmasındaki maksat, ibadetten başka bir şey değil!
- Mânâ odur ki seni senden alır, şekle bağlanmaktan seni kurtarır. İnsanı kör ve sağır eden nakşa, surete, güzel bir yüze aşık eden şeye mânâ demezler. Körün nasibi gam artıran hayallerdir. Gözün payı da şu asli olmayan geçici hayallerdir. Senin nefs eşeğin kaçmıştır. Onu mücahede kazığına bağla, o ne zamana kadar insanlık ve ibadet yükünü taşımaktan kaçacak? İster yirmi yıllık yol olsun, ister otuz yıllık, isterse iki yüz yıllık, ona sabır ve şükür yükünü yüklemek, ona bu yükünü taşıtıp götürtmek gerek. Hiçbir günahkar başkasının günahını çekmedi. Hiç kimse de ekmediğini biçmedi.
- Mademki rızkı taksim eden O’dur, o halde şikâyet küfürdür. Sabır gerekir. Sabır, genişliğe ulaşmanın anahtarıdır. Allah’tan başka herkes düşmandır. Sen asıl dostu düşmanlara şikâyet eder, halinden sızlanırsın öyle mi? Padişah köleye şikayet edilir mi? Akıllı ol.
- Mevlana’ya aşk nedir diye sormuşlar: “Ben ol da bil” demiş.
- Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.
- Mideyi bırak da gönül tarafına salın. Salın da Allah’tan perdesiz selam alasın.
- Muhabbet ve merhamet, insanlığın; hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır.
- Mum olmak kolay değildir… Işık saçmak için önce yanmak gerek.
- Mücevherler vakitle alınabilir ama vakitler mücevherle alınamaz.
- Münafığın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür dilindedir kalbinde değil.
- Mürşidin nuru suyu, ateşe damla damla düştükçe, ateşten cız, cız ses çıkar.
- Muhabbet ve ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanların sıfatıdır.
N |
- Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
- Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakilerin anlayabileceği kadardır.
- Nehir kıyısında suyu sakınan, suyu görmeyen kişidir.
- Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır.
- Ne tükenmez hazinesin ey dil! Ne devasız bir dert!
- Nefsinin istediğini yapıp da bir de “inşallah” demek Allah’la alay etmektir. Kimi kandırıyorsun?
- Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
- Nerde akarsu varsa, orada yeşillik vardır.
Nerde akan gözyaşı varsa, oraya rahmet gelir. - Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
- Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur.
O |
- O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
- O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
- Oturup kurulduğun yeri başköşe sanıyorsun, ama kapı dibinde kalakalmışsın. Sen kendi sakalına, bıyığına bile hüküm yürütemiyor, padişahlık edemiyorsun. İstemediğin halde sakalın ağarıyor. A çarpık umutlu kişi, sakalından utan!
- Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
Ö |
- Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir. - Ömrümün özeti şu üç sözden ibarettir: Hamdım, piştim, yandım..
- Öfke rüzgar gibidir, bir süre sonra diner; ama birçok dal kırılmıştır bile.
P |
- Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
- Putların anası, bir put olan nefsinizdir.
R |
- Rüyalar olmasa hayaller kurulmaz, gerçek olmazdı.
S |
- Sabır, demir kalkandır.
- Sabır sevinç anahtarıdır.
- Safları dağıtanı aslan sanma.Asıl nefsini ezebilen aslandır.
- Sarhoş, cinayeti yapar da sonra “özrüm vardı, kendimde değildim” der. Kendinde olmayış, kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
- Savaş, delilerin elindeki kılıçları alsınlar diye inananlara farz olmuştur. O kötü huylunun elindeki kılıcı al.
- Sebatsız sedef, inci tutmaz.
- Secde ve rükû, varlık tokmağını, Allah kapısına vurmaktır. Çok vur, mutlaka açılır kapı.
- Selamet yokluktadır, yokluğa yürü.
- Sel denize dökülünce deniz oldu, tohum tarlaya ekilince ekin oldu.
- Sen anılması güzel olan söz ol.
Çünkü insan, kendisi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir. - Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
- Senin için başkasını terk eden, başkası için de seni terk eder.
- Sen zayıfları yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan “İzâ câe nasrullâh”ı oku
- Sen senden öncekilerden ibret al. Senden sonrakilere ibret olma.
- Sende en iyi ne varsa, dostuna onu ver.
- Sen öyle büyük bir varlğın aşkını seç ki, bütün peygamberler, onun aşkıyla kudret ve kuvvet buldular, şeref ve saadete erdiler.
- Sual de bilgiden doğar, cevap da.
- Hesna ; Sukŭnetim asaletimdendir. her lâfa verilecek bir cevabım var.lâkin; Bir bakarım lâf lâf mı diye , bir de bakarım söyleyen adam mı diye.
- Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın, tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın?
- Sevgi insanı kör ve sağır eder…
- Sevgi ve merhamet, insanlık; hiddet ve şehvet, hayvanlıktır.
- Sevgilinin değeri onu sevenin sevgisi ile ölçülür.
- Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
- Sıkıntılar, Sevgili’nin gönderdiği misafirdir; gelir ve gider. Önemli olan, gönderenin hatırına o misafire sabredebilmektir.
- Sevmek güzel şey; sevilmek de onun kadar. Sevip de sevilmemek acıdır ölüm kadar. Taşın kalbi yok ama onu da yosun sarar.
- Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil kilimin tozunu almaktır.
- Soru da bilgiden doğar, cevap da.
Ş |
- Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir o.
- Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz. Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz.
- Şu da bir gerçektir ki kötü kişinin övülmesinden Arş titrer. Allah’tan korkan muttaki kişi de kötü methedilince, meth eden kişi hakkında fena bir zanna kapılır.
- Şunu iyi bil ki eğer, gönlün, sırlarına mezar olursa muradın çabucak hasıl olur.
- Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur… kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir. Fakat insanların çoğu kötü ve ahlâksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler.
T |
- Talihim bana: “Ben seni üzeceğim ama sen sakın üzülme.” dedi.
- Tanrı, müşrikler, tâ ezelden pislik içinde doğduklarından onlara “Necis-pis” demiştir. Pislik içinde doğan kurt, ebediyen huyundan dönmez, ambere bakmaz! Ona nur saçısı isabet etmemiştir…
- Taş yeşermez geçmiş olsa da nevbahar,
Toprak ol da bak nasıl güller açar.
Taş idin çok gönül kırdın yeter,
Toprak ol, üstünde hoş güller biter. - Tavus kuşu gibi sadece kanadını görme, ayağını da gör.
- Ten midesi insanı samanlığa çeker, gönül midesi reyhana çeker. Ot ve arpa yiyen kurban olur, Allah nuru ile nurlanan Kuran olur. Senin yarın pislik, yarın da misktir. Kuran’la miskini artır.
- Testide ne varsa dışına o sızar.
- Topraktan yaratılan Ádem, Allah’tan öğrendiği ilimle yedi kat göğü aydınlattı. Hak ve hakikatte şüpheye düşen şeytanın körlüğüne rağmen o manen yüceldi de melekleri geride bıraktı. Altı yüz bin yıllık bir zahid olan şeytanın ağzını bir buzağı ağzı gibi bağladı.
- Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
- Tövbesiz ömür, can çekişmekten ibârettir. İnsanı yaşayan ölü hâline sokan ölüm ise Allah’tan habersiz olmaktır. Allah’tan başkasını istemek, istenen şeyin artması zannını verir ama bu istek hakikatte artmasını istediği şeyin tamamıyla eksilmesini istemektir.
- Tutalım ki Ali’den Zülfikâr sana miras kaldı. Sende Ali kolu ve kalbi yoksa Zülfikar neye yarar ki?
- Tutalım ki İbrâhim gibi put kırdın; beden putunu onun gibi ateşe atabilir misin?
- Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki…
U |
- Uyku ve uyanma bir nevi küçük mahşerdir.
Ü |
- Üstünün dostu ol ki üstün olasın… Kendine gel be hey azgın, mağluplarla dost olma! Münkirin delili ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum! Hiç düşünmez ki nerede görünen bir şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir. Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarla gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir.
- Üç sözden fazla değil , Tüm ömrüm şu üç söz , Hamdım, piştim, yandım.
V |
- Vefa nedir, bilir misin? Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.
- Vedalar; gözleri ile sevenler içindir. Çünkü gönülden sevenler hiç ayrılmazlar.
Y |
- Yaşamak direnmektir, sevmek güvenmektir. Unutma; insan çoğu zaman dünyanın hakimi, bazen de küçük bir kalbin esiridir.
- Yılan insanın sadece canını alır. Kötü arkadaş cehenneme sürer de ebedi hayatını mahveder.
- Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.
- Yeryüzü ile dağda aşk olsaydı, gönüllerinde bir ot bile bitmezdi.
- Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.
- Yarasından taze kan sizan gönül ehline,dostların yüzünü görmek merhem gibidir.
- Yazık ki akşam oldu biz yine yalnız kaldık; bir kıyısı görünmez denize daldık. Bir gemiye binmişiz bulanık bir gecede; Allah’ın denizinde Allah’tan uzak kaldık.
- Yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel. İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel. Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel.
- Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.
- Yan diyorum içime! Sadece sen yan ve dayan diyorum gönlüme! Herkes mutlu olsun. Sen dayan! Aşk dediğin ya Allah’tan gelmeli. Ya Allah İçin Olmalı. Ya da Allah’a ulaştırmalı; yoksa yerle bir olmalı.
- Yüksekliği isterdim. Onu alçakgönüllülükte buldum.
Z |
- Zulümdemiriyle taşını birbirine vurma! Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler.
- Zenginlik, gurbeti vatan, fakirlik, vatanı gurbet yapar.
TASAVVUFLA İLGİLİ ÖNEMLİ KAVRAMLAR
Fenafillah: Kendi varlığını Allah’ın varlığında yok etme.
Mutasavvıf/Sufi: Tasavvuf yoluna girenler.
Maşuk: Allah/Tanrı
Aşık: Allah aşkıyla yanan kişi.
Meyhane: Tekke
Sarhoş: Allah aşkıyla kendinden geçen kişi.
Saki: Yol gösterici, mürşit.