EĞİTİMİNSAN-TOPLUM-ŞİRKET

Yılmaz Özdil’in Değindiği Prof.Dr. Esergül Balcı’nın Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği Raporu’nun Tamamı

Last Updated on 20/03/2024 by ahmet can ayışık

blank

 

Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in 5 Eylül 2020 tarihindeki köşe yazısında önemli satırbaşlarına yer verdiği, Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Esergül Balcı ve ekibinin 1 yıllık saha çalışmaları sonucunda hazırladığı “Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği” başlıklı raporun tamamını yayınlıyoruz.

 

 

Eğitim’de Tarikat ve Medrese Gerçeği

1 Milyon Öğrenci Tarikatların Elinde

 

 

GİRİŞ

Cumhuriyet  döneminde,  eğitim  alanında  yaşanan  değişim  ve  gelişimler  Osmanlı  eğitimi üzerine  inşa  edilmiştir.  1965’te  625  sayılı  özel  öğretim  kurumları  kanunu  ile  özel  okul  ve dershaneler  ile  özel  dershanelerin  ve  yabancı  yüksek  okulların  açılmasına  izin  verilmiştir. Ardından  24  Ocak  1980  ekonomik  kararları  ve  1980  askeri  darbesi  sonrasında  özel  okul açılması hızlanmıştır. 

Türkiye’de  ekonomik  sistem,  1980  Askeri  Harekâtından  sonra,  hızla  harekatın  alt  yapısını oluşturduğu  küreselleşmeye  ve  piyasa  ekonomisine  yöneltilmiştir.  Bu  süreçten  itibaren ekonomik kaynaklardan alınan payın dağılımında büyük farklar ortaya çıkmıştır. Eğitimin özelleştirilmesi, ekonomik küreselleşmenin dayattığı bir uygulamadır. Küreselleşme, ülkelerde  piyasa  ekonomisini  savunmaktadır.  Özelleştirme  ve  piyasalaştırma  doğrultusunda anayasa  ve  yasalarda  birtakım  değişiklikler  yapılmıştır.  Anayasamıza  kâr  amacı  gütmeyen vakıfların  yüksekokul  açabileceği  maddesi  eklenmiştir.  625  sayılı  yasada  12  Eylül yönetiminin 1983 yılında; ANAP’ın 1984, 85, 86, 88 ve 89 yıllarında; AKP’nin 2007 yılında yaptığı  değişiklik  ve  yönetmeliklerde  özel  eğitim (okullar)  lehine  değişiklikler  yapılmıştır.

Yine,  1985’te  DPT’de  5  yıllık  kalkınma  planlarında  özel  okulların  teşvik  edileceği vurgulanmıştır. Günümüzde, AKP Hükümetinin ekonomik uygulamaları doğrultusunda, fark uçuruma dönüşmüş, ANAP döneminde, vakıf üniversitelerine % 45’e kadar “devlet yardımı yapılabilir” hükmü, AKP Hükumeti tarafından değiştirilerek, “devlet yardımı yapılır” şekline dönüştürülmüş, böylece, yüzdelik limit kaldırılarak yoksul kesim aleyhine bir adım atılmıştır.

 

Ailelerin Eğitim Harcaması

Türkiye’de  özel  okullarda  öğrenim  gören  çocukların  sayısının  son  yıllarda  hızla  artmasına bağlı  olarak,  hane  halkları  tarafından  yapılan  eğitim  harcamaları  da  artmaktadır.  Global  Education  Monitoring  Report  (GEM)’a  göre,  hane  halkları  tarafından  yapılan  eğitim harcamaları,  toplam  eğitim  harcamasının  önemli  bir  bölümünü  oluşturmaktadır.  Türkiye’de  eğitime yapılan harcamaların gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı %6’ya yakınken; hane halkları tarafından yapılan harcamalar çıkarıldığında bu oran %4.8’ e gerilemektedir. Burada eğitim harcamalarının %1.2’ lik kısmını bizzat aileler karşılamaktadır ki, bu da oldukça büyük bir rakamdır.

Uzmanlar,  Türkiye’de  bu  yıl  yenilenen  öğretim  programlarında  üst  düzey  düşünme becerilerinin  kullanılmasını  gerektirecek, bilişsel  alanın  bilme  basamağının  üstüne  çıkan kazanıma  ilişkin  ifadelerin  az  olduğunu  belirtmektedirler. Bu, yakın  gelecekte  öğrencilerin temel  öğrenme  çıktılarının  üzerine  çıkamayacağını, kısaca,  bilimsel  düşünme  ve  uygulama düzeyine ulaşamayacağını göstermektedir. 

 

Eğitim Sistemine Güven Yok

Ülkemizde halen, öğretmenlere duyulan güven eğitim sistemine duyulan güvenin üzerindedir. Öğretmen çocuğun öğrenmesinde ve mutlu olmasında en önemli aktörlerden birisidir. GEM raporunda,  öğretmenlerin  bu  sorumluluğu  yerine  getirebilmeleri  için  öğretmene  duyulan güvene  önem  atfediliyor.  Rapora  göre,  21  ülke  için  yapılan  değerlendirmede,  genel  olarak öğretmenlere  duyulan  güvenin  eğitim  sistemine  duyulan  güvenin  üzerinde  olduğu vurgulanmaktadır.  Türkiye’de,  öğretmenlere  duyulan  güven  10  üzerinden  yaklaşık  6.5  iken eğitim sistemine duyulan güven yaklaşık 4.5’ta kalmaktadır. Ancak rapor, öğretmene güven duymakla saygı duymanın aynı anlama gelmediğine dikkat çekiyor.

Bu  sonuçlar,  nitelikli  öğretmen  ve  onların  eğitimini  gündeme  getirmektedir.  Öte  yandan öğretmene duyulan güven nedeniyle, dini eğitim veren öğretmene duyulan güven de özellikle yoksul  ailelerin  çocuklarını  bu  güven  duygusu  ile  gönderip  inanmaları,  kısaca,  onların  eline önce çocuklarını, ardından tüm aileyi teslim etmeleri sonucunu doğurmaktadır. Bu da sonuçta tekke  ve  medreselerin  toplumun  özellikle  yoksul  kesiminin  büyük  çoğunluğunu,  kolaylıkla etkilemesi noktasına getirecektir. 

Din Kültürü ve Ahlak  Bilgisi Dersinin zorunlu olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni  halen ihlal etmektedir.  Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi tarafsızlık, nesnellik ve çoğulculuk ilkelerini temel alan “dinler hakkında eğitim’’ yerine belirli bir dinin inanç ve esaslarını ve ibadetlerini  benimsetmeyi  amaçlayan  “din  eğitimi’’  unsurlarını  içermektedir.  Güncellenen eğitim  programlarında  da  aynı  durum  söz  konusudur. 

Topluma  Alevi,  Sünni,  Hristiyan demeden,  Sünni   İslam  bakış  açısıyla  din  ve  ahlak  anlayışı  dayatılmaktadır.  Milli,  Ahlaki, insani  ve  kültürel  değerler, Türklük  ve  İslam  üzerinden  işlenerek;  çoğulculuktan  uzak, dışlayıcı ve ayrıştırıcı bir tutum sergilenmektedir.

Bugün  artık  Türkiye’de  %10’luk  en  alt  gelir  grubunu  oluşturan  kesim,  bütçedeki  toplam verginin  %21’ini  öderken,  %10’luk  en  üst  ekonomik  gruba  sahip  olan  kesim  ise,  verginin %20’lik kısmını ödemektedir. Bu sonuç en başta eğitim alanında etkisini göstermektedir. 

Bu bağlamda, özel okulların sayısı giderek artmıştır. Sonuçta eğitim sisteminden ortaya çıkan hoşnutsuzluk nedeniyle, ekonomik gücü olanlar çocuklarını özel okula gönderirken, orta ve alt  sosyo-ekonomik  kesim,  çocuklarını  devlet  okuluna  göndermektedir.  En  alt  kesimi oluşturan asgari ücretle açlık sınırında yaşayan kesim ise, çocuklarını imam hatip okulları ile yatılı bölge okulları yerine geçen yatılı medrese ve tarikat okullarına göndermektedirler.

 

Propaganda

Eğitim, değerlendirmenin bağımsızlığını hedeflerken, propaganda, düşünmeyen kişi için hazır değerlendirme  sunar.  Eğitimci  ağır  işleyen  bir  gelişme  sürecini,  propagandacıysa  çabuk  sonuçları  hedef  alır.  Eğitici  insanlara  nasıl  düşünüleceğini  söyler,  propagandacı  ise  ne düşüneceklerini; birisi kişisel sorumluluk ve açık bir zihin, diğeri ise kitle etkilerini kullanarak kapalı bir zihin meydana getirmeye uğraşır. 

Eğitim  bulunulan  zaman  dilimindeki  egemen  bilimsel  gerçekler  ışığında  nesneldir;  oysa, mahiyeti itibariyle propaganda insanların tutumunu kontrol altına alma teşebbüsüdür ve bu, genellikle akıl dışı (irrasyonel) alandadır.

Sözü edilen bu işlemlerin tümü ile hedeflenen amaç, Türkiye’de cihatçı bir toplum yaratarak, bunu  içselleştirmektir.  Cihat  anlayışı,  sürekli  program  değişikliği  ile  okullara  sokulmuştur. Böylelikle  propagandanın  ilk  hedefi  gerçekleşmiş,  şimdi  ikinci  basamak  uygulamaya konmuştur. Cihat  anlayışı, Ortadoğu toplumlarında  silahla  din için savaşmayı  içermektedir.

Eğitimdeki  değişmeler  de  bu  amaç  için  yapılmaktadır. Bu  bağlamda  tarikatlarla  yapılan  iş birliği  de  bunun  bir  parçasıdır.  2023’e  kadar  hedef;  itaatkâr,  sorgulamayan,  düşünmeyen, yaratıcı olmayan, estetik ve sanattan uzak her şeyi kabul eden, şükreden, geleceği bu dünya yerine ahirette arayan nesiller yetiştirmektir.

Tam da bu noktada cihatçı nesil, ahiret için efendisinin her türlü emrini yerine getirecektir. Özünde bu, küresel sermayenin yani yeni dünya düzeninin de hedeflediği bir sonuçtur. 

 

AMAÇ ve YÖNTEM

Bu rapor; Türkiye’deki tarikat yuvalanmasının yürüttüğü her türlü çalışmayı; tarikat okullarını (medreselerini), yurtlarını ve bunların uzantılarını açıklamayı hedeflemektedir.

Bu amaçla hem nicel hem de nitel veriler kullanılarak bir tarama yapılmış ve mevcut durum tüm açıklığı ile ortaya konulmuştur. Çalışmanın nicel bölümü için MEB, TÜİK, OECD, eğitim sendikaları  ve  diğer  devlet  kurumlarının  verileri  incelenmiştir.  Ayrıca  nitel  boyutunda İstanbul, Ankara, İzmir,  Van, Diyarbakır, Bursa, Sakarya, Düzce, Denizli, Adıyaman, Siirt, Şırnak, Mardin, G. Antep, Şanlıurfa ve Batman illerinde sahaya inilerek, bireylerle yüz yüze görüşülmüş  ve  elde  edilen  nitel  veriler  bulgu  ve  yorumlarda  sunularak  açıklanmaya  ve tartışılmaya çalışılmıştır.

 

BULGULAR VE YORUMLAR

Anayasanın 42. maddesine göre “kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz”. 1973 tarihli Milli Eğitim Temel Kanunu da “fırsat eşitliği, parasız eğitim öğretim hakkı”nı savunmaktadır.  Bu  yasaya  göre  ilk  ve  orta  öğretimin  devlet  okullarında  parasız  olması gerekmektedir. Ancak bu böyle değildir. 2547 Sayılı yasada da “Yüksek Öğretimde imkân ve  fırsat  eşitliğini  sağlayacak  önlemler  alınacak”  dense  de  bu  yeterince  uygulanmamaktadır.

Vakıf  Üniversitelerine  genel  bütçeden  pay  ayrılması,  genellikle  dar  gelirlilerden  alınan vergilerden  oluşan  kaynağın  varlıklılar  yararına  kullanılması  anlamına  gelir.  Kamu arsalarının, varsıl aile çocuklarının okuyabileceği vakıf okullarına tahsisi ile yetinmeyen AKP 2003’te  çıkardığı  acil  eylem  planı  ile  %2.5  olan  özel  okul  payını  %10’a  çıkarmayı hedeflemiştir.

Ailesinden  uzak  yörelerde  okula  giden  öğrenciler  için  yurt  ihtiyacını  karşılamazken,  bu boşluk özel yurt ve özel yurt adı altındaki cemaatçi yurtlara ve evlere fırsat vermektedir. Öte yandan  bazı  üniversitelerde  “süper  dorm”  adıyla  varsıl  aile  çocukları  için  özel  yurt açılmaktadır.

12 Eylül yönetimi ile başlayıp AKP Hükümetleri ile hız kazanan bir diğer uygulama MEB’de üst  düzey  görevlere  “eğitimci”  olmayan  kişilerin  getirilmesidir.  Bu  da  eğitsel  yanlışlıkları artırmaktadır.  Eğitime  genel  bütçeden  yeterli  kaynak  aktarılmaması,  velilerin  öğrencilere (çocuklarına) ayırdığı pay miktarını arttırmaktadır. 2002’de konsolide bütçe yatırımlarından eğitime  ayrılan  pay  %22.34  iken,  bu  miktar  2007’de  %15.95’e  gerilemiştir. 

Bir  Bakışta Eğitim: OECD Göstergeleri 2017 yılı Türkiye raporuna göre, 2014 yılında eğitim harcamaları tüm  kamu  harcamalarının  %12.4’ünü  oluşturmuştur.  Bu  da  yoksul  ve  dar  gelirli  aile çocuklarının  eğitimini  güçleştirirken,  varsıl  aile  çocuklarının  özel  okullara  gitmesini kolaylaştırmaktadır.

Eğitim Harcamaları Temel Göstergeleri, 2011-2016

 

Kentlerin merkezi yörelerindeki arsası değerli okulların satılması sonucunda, tarihi geçmişi ve birikimi olan okulların toplumsal kültür belleği yok edilmektedir. 

12 Eylül 1980’den itibaren piyasa ekonomisinin dayatmaları ile cemaatçi yurtlar, özel okullar ve  dershaneler  hızla  artmıştır.  Ailelerin  eğitim  harcamalarının  artması  ile  çaresiz  kalan  dar gelirli ve yoksul kesim çocukları cemaatlerin eline düşmektedir. Bu çocuklar kurtuluşu dinde ve öbür dünyada aramaya başlamaktadır. 

Paralı  okuyan  varsıl  kesim  ise  kendini  ayrıcalıklı  olarak  görmekte  ve  diğerlerini küçümsemektedirler.  Bunu  gittikleri  okulun  değerleri  de  vermektedir.  Böylelikle  toplum teslimiyetçi, bilinçsiz, anamalcı ve inancın gücüyle yaşayan insanlara dönüştürülmektedir.

5 yıllık kalkınma planında yer alan “burs ve yatılılık olanağı gereksinimleri karşılanacaktır” hedefi de bugüne kadar gerçekleşmemiştir.

 

Eğitim Sektörü

İslamiyet’te  bir  ruhban  sınıfı  yoktur.  Ancak  zaman  içerisinde  cemaatler  ve  tarikatlar aracılığıyla kendini din adamı ilan edenler fiili bir ruhban sınıfı oluşturmuşlardır. Bunun iki amaçla  yapıldığı  görülmektedir:  para, toplumsal  güç  ve  buna  bağlı  olarak  siyasi  güç  elde etmek.

İslamiyet’in  özünde  olmayan  bu  ruhban  sınıfı, kutsal  dini  değerleri  kullanarak  devletin yönetiminde söz sahibi olmaya başlamıştır. Devletin farklı kademelerinde örgütlenen ve AKP iktidarı  ile bir çeşit  koalisyon  içerisinde hareket  eden tarikat ve cemaatlerin her biri 15  yıl sonunda birer sermaye grubu haline dönüşmüşlerdir. Bu gruplar geçmişte gelirlerinin önemli bir  bölümünü  kurban  derisi,  fitre,  zekat  ve  hac  hizmetleri  alanında  temin  ederken,  bugün kamu kaynakları tarikatların en büyük gelir kaynağı halini almıştır. Bu anlamda seçilen iki sektör ön plana çıkmaktadır: Sağlık ve eğitim! 

Resmi Gazete’nin 4 Ağustos 2017 tarihli mükerrer sayısında yayımlanan tebliğe göre, devlet tarafından  özel  okul  öğrencilerine  2017-2018  öğretim  yılı  için  verilecek  öğrenim  desteği yeniden belirlenmiştir.

Kapsam dahilinde ilk defa destek alacak 6.000 okul öncesi eğitim kurumu öğrencisine 3.060 TL, 15.000 ilkokul öğrencisine 3.680 TL, 15.000 ortaokul öğrencisine 4.280 TL, 15.000 lise öğrencisine  4.280  TL  ve  24.000  temel  lise  öğrencisine  3.680  TL  olmak  üzere  75.000 öğrenciye  290.2  milyon  lira  destek  verilmesi  öngörülüyor.  Destek  öğrenciye  değil  okullara sağlanmakta ve öğrencinin okul hayatı süresince devam etmektedir.

Yıllığı  30-40  bin  lira  olan  köklü  eğitim  kurumlarının  bu  destekten  faydalanmadığı görülmektedir. Çünkü aileler devlet desteği dışındaki miktarı ödeyebilecek durumda değildir. Fiyatlarını buna göre ayarlayan, çoğunluğu bir tarikat ya da cemaatle bağlantılı olan okullar bu desteğin önemli bir bölümünü devletten almaktadırlar.

 

Tarikat Okullarına Hazine Yardımı

MEB,  eğitim  sendikaları  ve  diğer  devlet  kurumlarının  verilerine  göre  bu  tür  okullara hazineden  şimdiye  kadar  sağlanan  para  bir  milyar  (eski  parayla  bir  katrilyon)  liraya dayanmıştır.

Türkiye’deki  tarikatlar  ve  bağlı  kolları  dernek,  vakıf  ve  diğer  sivil  toplum  örgütlerinin şemsiyesi  altında  faaliyetlerini  sürdürmektedirler.  Her  il  ve  ilçede  kurdukları  ayrı  tüzel kişiliklerle  bu faaliyeti sürdürdükleri  için  takip  edilmeleri de hangi tarikata ait olduklarının tespiti de güçleşmektedir.

Türk  eğitim  sistemi  ve  eğitim  kurumları  cumhuriyet  tarihinin  en  vahim  tablosuyla  karşı karşıyadır. Tarikat yapılarının devleti ele geçirmesinin en acı sonucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminde yaşanmıştır. Henüz bu olay sıcaklığını korurken, toplum düzenine yönelik daha büyük tehditlerin  her  an  ortaya  çıkmasına  neden olacak uygulamalar,  eğitim alanında tarikatlar yoluyla artarak sürmektedir.

Türkiye’de  bir  milyon  çocuk  tarikatların  elinde  eğitim  görmekte,  daha  doğrusu  beyinleri yıkanarak,  aldıkları  eğitim  ve  yönlendirme  nedeniyle  her  türlü  istismara  açık  ve  her  an kullanılmaya  müsait  hale  getirilmektedirler.  Bu  çocuklar,  yakın  gelecekte  milli  güvenliği tehdit  edecek  faaliyetlere  rahatlıkla  sürüklenebilecek  bir  potansiyel  haline  dönüşmüşlerdir. Zira tarikat eğitimlerinde Türkiye, “Darülharb” yani “Harp ülkesi, küfür ülkesi, savaş alanı” olarak nitelendirilmektedir.

 

Tarikatlaşma Oranı

Ülkemizde, 2.6 milyon vatandaşın bir tarikatla organik bağı bulunmaktadır. Tarikat üyesi olan ya  da  faaliyetlerine  sürekli  katılan  kişi  sayısı  ise  1.1  milyondur.  Sempatizan/destekçi/üye olmasa  da  toplantılarına  en  az  bir  kez  katılmış  ve  yeniden  katılabileceğini  ifade  eden  kişi sayısı  1.5  milyon’dur.  (Bu  sayıya  FETÖ’nün  legal  sayıldığı  dönemde  terör  örgütünün toplantılarına katılanlar dahildir).

Tarikat  üyesi  olduğunu  ifade  edenlerin  %9’u  ılımlı  İslam  tabirini  reddetmektedir.  Bunlar, İslam’ın  özünün  cihat  olduğuna  inanmaktadırlar.  234  bin  tarikat  üyesi  potansiyel  şiddet eğilimli  ve  teröre  yatkın  kişilerdir.  Bu  kesim  IŞİD/El  Kaide/Hizbullah  gibi  örgütlerin  terör eylemlerini cihad adı altında onaylamaktadırlar. 

Hizbullah, IŞİD ve FETÖ benzeri örgütlerin yakın tarihimizde yüzlerce masum vatandaşımızı katlettiği terör olayları ortada dururken, kapalı dini yapılara sağlanan eğitim imtiyazları, yakın gelecekte milli güvenliğimizi tehdit edecek faaliyetler olarak karşımıza çıkacaktır. Üstelik bu yapıların büyük  çoğunluğu  yabancı ülke ve  gruplarla  bağlantılıdır.  Hatta  bu tarikatların bir kısmı  karışıklık  içindeki  komşu  ve  bölge  ülkeleriyle  AB  Öğrenci  Değişim  Programı ERASMUS  benzeri  kanallar  oluşturmuş,  Türk  vatandaşı  çocuklar  bölge  ülkelerindeki medrese  ve  tarikat  okullarına  bu  kanallar  yoluyla  gönderilmektedirler.  Bu  sistem  bir  çeşit TARİKAT ERASMUS’u olarak adlandırılabilir.

Türkiye’de  belli  başlı  30  tarikat  silsilesi  ve  bunların  400  kolu  bulunmaktadır.  Sadece İstanbul’da  445  tekke  faaliyetlerini  açıktan  sürdürmektedir.  Çoğunluğu  İstanbul,  Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve  Şanlıurfa  olmak  üzere  800’ün  üzerinde  faal  medrese  bulunmaktadır.  Üstelik  büyük şehirlerde  kaç  apartman  medresesinin  faaliyette  olduğu  ise  tam  olarak  bilinmemektedir. Çoğunluğu kız çocuklarına yönelik açılan apartman medreselerinde 12-18 kişi kalmaktadır. 

 

İstanbul Tehlikesi

MEB  verilerine  göre  medreselerin  yoğunlaştığı  iller  okul öncesi  eğitimde  Türkiye ortalamasının  altındadır.  Çünkü  medreselere  kaydolma  yaşı,  bazı  bölgelerde  3’e  kadar düşmektedir.  Çocukların  bu  yaşta  medreselere  alınması,  ana  ve  temel  eğitimlerinin  yani  kişiliklerinin  ilk  7  yılda  oluştuğu  dikkate  alındığında,  eğitim  öğretim  açısından  son  derece anlamlıdır.

Bu illerin arasında İstanbul’un da olması düşündürücüdür! Köy nüfusunun çeşitli nedenlerle kente göç etmesi ve kentlileşememesi, kentte belli bölgeler oluşturarak yaşamaları sonucunda bu  durum  ortaya  çıkmıştır.  Ekonomik  adaptasyon  da  bu  açıdan  belirleyicidir.  Kente  gelip gettolar şeklinde kendi bölgelerinde hemşerilik yaklaşımı içinde yaşayan ve bu sarmalın ya da kısır döngünün dışına çıkamayan aileler, tarikatların eline düşmektedirler. Bu insanlar kentte tutunamamanın ezikliğini ve ekonomik yetersizliklerinin sıkıntısını “hiç değilse çocuğumuz parasız eğitiliyor” düşüncesiyle azaltmaktadırlar. Bu durum bir yerde çaresizliğin çaresi halini almıştır.

MEB verilerine  göre,  2016-2017  eğitim öğretim  yılı  itibariyle  okul öncesi çağdaki 3-5  yaş grubu çocuklarının %64.48’i, 4-5 yaş grubunun %54.30’u, 5 yaş grubunun ise % 41.21’i okul öncesi eğitim alamamaktadır. Megakent İstanbul’da 3-5 yaş grubundaki çocukların  %80’i, 4-5  yaştakilerin    %62’si,  5  yaştakilerin  ise  %51’i  okulöncesi  eğitim  alamamakta  olup,  bu rakamlar Türkiye ortalamasının çok altındadır. MEB’in bu konudaki yetersizliğini tam da bu noktada tarikat okulları doldurmaktadır.

Okul öncesi eğitimde her üç yaş grubunda da Türkiye ortalamasının altında olan iller İstanbul, K. Maraş, Osmaniye, Yozgat, Gümüşhane, Erzurum, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır, Bingöl, Van, Muş, Bitlis, Hakkâri, Gaziantep, Adıyaman, Ş. Urfa, Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Siirt’tir.

Türkiye’de 2017-2018 Eğitim Öğretim yılında Kreş ve Anaokulu fiyatları aylık 550 TL’den 3 bin  TL’ye  kadar  değişmektedir.  Çoğunluğu  tek  aylıkla  ve  asgari  ücretle  geçinen  6  milyon ailenin  bu  parayı  ödemesi  mümkün  değildir.  Bu  ailelerin  çocukları  medreselere  ve  tarikat yuvalarına mahkûm edilmektedir.

 

Medrese Gerçeği

Medreselerde  eğitim  süresi  Doğu  ve  Güneydoğu  Anadolu  Bölgelerinde  6-10  yıl  arasında değişmektedir. “Seyda” denilen eğitmenlerin çoğunluğunu, 1980-1994 yılları arasında İran’ın dini merkezi Kum’da ve Irak’ın Akre ve Erbil gibi tarikat merkezi şehirlerinde eğitim almış, Hizbullah örgütü mensupları ya da sempatizanları oluşturmaktadır. 

AKP  iktidarıyla  birlikte  şehir  merkezlerindeki  medreselerin  sayısı  hızla  artmıştır.  Bugün Doğu  ve  Güneydoğu  Anadolu  Bölgesinde  Hizbullah’a  bağlı  medreseler  çoğunlukla  Kuran kursu olarak değil, dernek çatısı altında faaliyetlerini sürdürmektedirler. Kuzey Irak, İran ve Suriye’de medrese eğitimine giden öğrencilerle birlikte tespit edilebilen medrese eğitimi alan çocuk sayısı 10 binin üzerindedir. Medreselerde eğitim dili Kürtçe ve Arapçadır. Eğitmenlerin büyük çoğunluğu Türkçeyi tam olarak bilmemektedir. Medrese öğrencilerinin tamamı yatılı olarak kalmakta ve her türlü istismara açık durumdadırlar. 

IŞİD’e  katılan  Türk  vatandaşlarının  çoğunun  Doğu  ve  Güneydoğu  Anadolu  Bölgelerinde faaliyet  gösteren  medreselerde  eğitim  aldığı  mahkeme  kayıtlarında  yer  alan  bir  gerçektir. Örgüte katılmak için Irak ve Suriye’ye giden bine yakın ailenin tekrar Türkiye’ye döndükleri bu kayıtlarda yer almaktadır.

Medreselerin  mali  kaynağını  yerel  aşiretler  ile  bazı  parti  örgütlerinin  bağışları  ve  esnaftan dekont karşılığı alınan vergiler oluşturmaktadır. Esnaf ve iş adamları bağışta bulunmadıkları takdirde  bölgede  barınamayacaklarının  bilincindedir.  Benzer  bir  yöntemi  terör  örgütü kullanmakta,  esnaf  ve  iş  adamları  ikili  bir  kıskaç  altında  ekonomik  hayatlarını  sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Ekonomik hayatını sürdüremeyenler, değerinin çok altına satmak zorunda kaldığı mallarından elde  ettikleri  gelirlerle  Ankara,  İstanbul,  İzmir,  Antalya,  Bursa,  Adana,  Mersin  gibi  büyük şehirlere  göçmektedirler.  Bu  durum  bölgede  terör  örgütü  ve  tarikat  yapılarının  tam hakimiyetini doğurmuştur.

Üstelik Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki tarikat ve cemaat yapılarının bir bölümü komşu ülkelerin kontrol ve denetimi altındadır. Bu yapılar, Türkiye’ye karşı her türlü terör faaliyetine açık konumdadırlar. Suriye iç savaşıyla birlikte cihatçı örgütlere mensup/sempati duyan  Araplar,  Türkiye’nin  Suriye  sınırındaki  illerinde  yer  alan  medrese  tarzı  eğitim kurumlarında  ders  vermeye  başlamışlardır.  Aynı  şekilde,  sınırdaki  şehirlerde  BM  ve  resmi Türk  kurumlarından  bağımsız  olarak  yaşamaya  başlayan  Suriyeli  ailelerin  çocukları  da  bu yapılarda  öğrenci  olarak  yer  almaktadırlar.  Özellikle  ailesi  savaş  sırasında  ölmüş  küçük yaştaki çocuklar bu medreselere devam etmektedirler.

Suriyeli  mültecilerin  çocuklarına  istedikleri  okullara  kayıt  olma  hakkı  verilmiştir.  Diğer yandan  Türk  vatandaşlarımızın  çocukları  adrese  dayalı  sistemle  en  yakınlarındaki  okullara gitmek durumundadır. 

 

Özel Okul Rantı

MEB  verilerine  göre,  Türkiye’deki  özel  öğretim  kurumu  sayısı  10.053’tür.  Bu  kurumların 1/3’ü mutlaka bir tarikatla bağlantılıdır. (1.017 Fetö okulu bu sayıya dahildir). Tarikat okul ve yurtlarındaki  öğrenci  sayısı  210  bin  dolayındadır  (üniversiteler  hariç).  Bu  öğrenciler  için devletin tarikatlara ödediği para 898 milyon 800 bin Türk Lirası’dır. 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla bağlantılıdır. 

Tarikatlara bağlı  yurtların kapasitesi 380 bindir.  Bu  yurtlarda kalan öğrenci sayısı 224 bini bulmaktadır.  (Kayıt  dışı  kalanların  sayısı  tam  olarak  tespit  edilememektedir).  Her  tarikat   aynı  zamanda  Kuran  kursu  ya  da  medrese  eğitimi vermektedir. Resmi kayıtlar dışında gayrı resmi olarak faaliyet gösteren okul, yurt, ev, tekke ve medreselerle birlikte bir milyon çocuk tarikatların elindedir.

Ailelerin  tarikat  okulları,  yurtları  ve  medreselerine  mahkûm  edilmesinin  temel  nedeni yoksulluk  ve  sahipsizliktir.  Zira  kamu,  eğitimden  kademe  kademe  çekilmektedir.  4+4+4 uygulamasının  başlatıldığı  2012  yılından  bugüne  kadar  devlete  ait  4.022  ilkokul kapatılmıştır. Devlete ait ilköğretim okullarında okuyan öğrenci sayısı bir milyon 3 bin 124 azalmıştır. TÜİK verilerine göre nüfus artış hızı pozitiftedir. Buna rağmen devlet okullarının ve  bu  okullara  devam  eden  öğrenci  sayısındaki  büyük  düşüş,  ailelerin  tarikatlara  mahkûm edildiğinin göstergesidir.

 

Harp Okulları Tehlikesi

FETÖ TSK’ya şu aşamalardan geçerek sızmayı başarmıştır: 

  • 1980-2000 yılları; askeri okullara eleman yerleştirme
  • 2000-2008 yılları; yerleşme ve yayılma
  • 2008-2014 örgütten olmayanların tasfiyesi

Örgütten  olmayanların  tasfiyesi  2007’de  başlamıştır.  Bu  süreçte,  isimsiz  mektup,  istifaya zorlama,  sosyal  medyada  itibarsızlaştırma,  personel  eğilimi,  komutan  ve  amirlerin  zaaf  ve açıklarının  tespiti,  toplantı  ve  önemli  görüşmelerde  ses  ve  görüntü  kaydı  gibi  yöntemler kullanıldığı bilinmektedir. 

2013’ten itibaren (Aralık) birçok kamu kurumunda örgüte yönelik soruşturma olduğu halde TSK’da bu yapılamamıştır. Soruşturmalar “bilgi-belge yok” ya da “tetkik ediyoruz, gereğini yapıyoruz” gibi ifadelerle geçiştirilmiştir. Üstelik somut bilgilere dayanan ihbar ve şikayetler de işlem görmemiştir. Düzmece soruşturma ve belgelerle FETÖ personeli için soruşturmaya gerek yok kararı çıkarılmıştır.

Dini yapıların eğitim yoluyla devlet içinde kadrolaşmasının en tehlikeli sonuçlarından birinin harp  okullarında  yaşandığı  15  Temmuz  darbe  girişimi  dolayısıyla  açığa  çıkmış  ve  bu kapsamda görülen davaların kayıtlarında yer almıştır.

Harp okullarında okuyan öğrenciler için en köklü geleneklerden biri, üst sınıfların alt sınıfları her  zaman  ve  her  yerde  denetleme  işlevidir.  Bunun  için,  her  sınıfta  bir  cadet  ve  cadet yardımcısı vardır. Bunların görevi kendi sınıflarındaki öğrencilerin disiplin durumlarını takım ve bölük komutanına bildirmektir. Belli bir disiplin puanının altına düşen öğrenciler otomatik olarak okuldan atılırlar. 2007’den sonra Cadetler özellikle FETÖ’cü öğrencilerden seçilmiştir. Bu sayede Atatürkçü öğrenciler disiplinsizlik bahane edilerek askeri lise ve harp okullarından atılmışlardır.  Kılık kıyafetten sergilenecek tavra kadar geniş bir yelpazede, geleceğin subay nosyonunu  kazandırma  adına  yerleşmiş  bu  gelenek,  2007’den  itibaren  terk  edilmeye başlanmıştır. Özellikle  FETÖ’cülerin  sahte  sınavlarla  girdikleri  harp  okullarında  “kat  ablası  ve  abisi”, “sorumlu  imam”  gibi  sıfatlarla  askeri  öğrencileri  yönlendirdikleri  tespit  edilmiştir.  Dini yapıların içinde yer almayan öğrenciler baskı, şantaj ve ihbar mektuplarıyla harp okullarından atılmışlardır. Bu  dönüşüm, Türk  Ordusu’nun  15  Temmuz’a  sürüklenmesinin  altyapısını oluşturan önemli bir kırılmadır.

Üstelik bütün bu dini yapıların devlet için ulusal güvenlik tehdidi olduğu 25 Ağustos 2004 tarihli  Milli Güvenlik  Kurulu  (MGK)  toplantısında “Dini Değerleri  İstismar Eden Gruplar” başlığı  altında  ele  alınmış  ve  bu  tür  yapılara  karşı  eylem  planı  uygulanması  için  karara varılmıştır. Bu kararın uygulanmaması Türkiye’yi 15 Temmuz’a sürükleyen en önemli iradeyi temsil etmektedir. Bugün de harp okullarının niteliksiz öğrenciler, müfredat ve dini yapıların referansına  terk  edilmesi,  yakın  gelecekte  ortaya  çıkması  muhtemel  ulusal  güvenlik zafiyetlerine zemin hazırlamaktadır.

Geçmişte  Türkiye’nin  en  başarılı  ve  muhakeme  yeteneği  en  yüksek  öğrencilerinin  kabul edildiği askeri  liseler  kapatılmış,  harp  okulları,  sıradan  öğrencilerin  kabul  edildiği  Milli  Savunma  Üniversitesi  bünyesindeki  fakültelere  dönüştürülmüştür.  Mülakatlarda  “Ensar nedir?”, “Kurtarman gerekirse kimi kurtarırdın; Atatürk’ü mü, Recep Tayyip Erdoğan’ı mı?”, “ Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın  en  önemli  sözü  hangisidir?”  gibi  sorularla  geleceğin  Türk subayı  belli  bir  ideoloji  ve  dini  yapılar  çerçevesinde  seçilmekte  ve yönlendirilmektedir. Ayrıca  mülakat  komisyonlarında  tek  bir  askeri  üye  bulunurken,  diğer üyelerin çoğunluğu 28 Şubat Döneminde irticai faaliyetlerinden dolayı TSK’dan atılmış olan üyelerden seçilmiştir. Dolayısıyla bu anlayıştaki komisyon üyelerinin liyakata dayalı personel alımı yapmayacağı açıktır.

Bu  yöntemlerle  seçilmiş  ve  kısa  sürelerle  eğitim  alarak  rütbe  kazanmış  subayların  Türk Ordusu’na kumanda etmeleri söz konusu olamaz. En zor şartlarda ve baskı altında alacakları kararlar ile son teknolojileri kullanan muhripleri, uçakları, helikopterleri, tank ve diğer harp araç gereçleri ile birlikleri yönetmeleri imkansız olacaktır. 

 

SONUÇ VE ÖNERİLER

Bütün  bu  özetlenenler  sonucunda,  belli  bir  mesafe  kat  edilmiştir.  MEB,  yıllardır  yaptığı değişikliklerle  eğitim  sistemini  bilinçli  olarak  ve  kendi  hedefleri  doğrultusunda,  yap-boz tahtasına çevirmiş, son olarak açıklanan yeni müfredat üzerinden öğrenci ve velilerin kafasını karıştırmaktan öteye gidememiştir.

Ne Yapılmalı?

  1. Okul öncesi eğitimden  başlayarak  eğitim  yatırımlarına,  ders  kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik,  bilimsel  ilkeler  doğrultusunda  verilmesine,  demokratik  ve  kamusal  yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir.
  2. Derslik, okul,  öğretmen  açıklarından  eğitimin  genel  bütçe  içindeki  payına  kadar, eğitimin  hemen  her  alanında  köklü  bir  değişime  gereksinim  vardır,  bu  ivedilikle gerçekleştirilmelidir.
  3. Kamusal, parasız,  demokratik,  nitelikli,  bilimsel  eğitimin  önündeki  engellerin kaldırılması  için  somut  adımlar  atılmalı,  eğitimde  ticarileştirme  ve  eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir.
  4. Bir insan hakkı olan eğitimden herkes eşit, parasız yararlanmalı; kamusal, parasız,demokratik,  nitelikli,  bilimsel,  evrensel  ilke  ve  değerler  eğitimine  geri  dönülmeli, eğitim müfredatı ve uygulamaları bu doğrultuda hazırlanmalıdır.
  5. Eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirmeye son verilmeli, laik-bilimsel eğitim anlayışıyla çelişen pratik ve uygulamalara son verilmelidir.
  6. Eğitim süreci,  özgür  düşüncenin  önünü  açacak,  çocukların  zihinsel  gelişimlerine yardımcı olacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.
  7. Eğitimde, dışlayıcı, cins ayrımcı, farklı kültürleri yok sayan ve kutuplaştırıcı söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır.
  8. Zorunlu ve  “zorunlu  seçmeli”  din  dersi  uygulamasına  son  verilmeli,  devlet  bütün inançlar karşısında tarafsız ve eşit mesafede olmalı ve bu ders isteğe bağlı olmalıdır.
  9. Eğitim politikaları iktidarın ve sermayenin talep ve ihtiyaçlarına göre değil, eğitim biliminin gerekleri ve toplumun ihtiyaçları gözetilerek hazırlanmalıdır.
  10. Eğitim hizmetlerinin sunumunda,  demokratik  planlamalar  yapılmalı,  eğitimle  ilgili tüm sektörlerin görüşü alınarak plan ve program yapılmalıdır.
  11. Eğitim emekçilerinin ekonomik sorunları ve çalışma koşulları düzeltilmeli, eğitimde her türden angaryaya,  esnek  ve  performansa  dayalı  çalışma  uygulamalarına  son verilmelidir.
  12. Öğretmen istihdamı ve  eğitim  yöneticilerinin  belirlenmesinde  “sözlü  sınav”  ve “siyasi referans” değil, liyakat ve objektiflik ilkeleri esas alınmalıdır.
  13. Eğitime yeterli bütçe, okullara ihtiyacı kadar ödenek ayrılmalıdır.
  14. Eğitimin Türk-İslam sentezci  ve  piyasacı  temelde  şekillenmiş,  sormayan, sorgulamayan, bencil bireyler yetiştiren yapısı değiştirilmeli; eleştiren, sorgulayan ve kendi  geleceğine  sahip  çıkacak,  bağımsız  kişilikli,  sağlıklı  nesiller  yetiştirmek hedeflenmelidir.

 

 

 

Ülkemizde, Laik Cumhuriyet eğitimi yerine, yavaş yavaş, sindirerek getirilen dini ve tarikat eğitimi  ile  totaliter  din  devletinin  alt  yapısı  hazırlanmış,  kaldırım  taşları  döşenmiş  ve döşenmeye de devam edilmektedir. Artık Tevhid-i Tedrisat,  yani, eğitimde birlik  yerine dini eğitim  yolu  açılmıştır.  Türkiye  bu  tür  eğitimle  uçurumun  eşiğindedir.  Çoğunluğu  oluşturan fakir/asgari  ücretle  açlık  sınırının  altında  yaşam  mücadelesi  veren  halka,  dayatılan  bu  tarz eğitime  dur  demek  zorunludur.  Bu  artık  varlık  yokluk  mücadelesi  vermek  anlamı taşımaktadır. 

Bunun için hedef; laik, demokratik, yaratıcı düşünebilen, soran, sorgulayan, bağımsız kişilikli, felsefe  mantık  derslerinin  yeniden  gerçek  anlamıyla  okutulduğu  programlarla  öğrenci yetiştirmek olmalıdır. Kısaca laik, çağdaş, bilimsel eğitime dönmek ve çağı yakalamak artık gerekliliğin ötesinde zorunluluk haline gelmiştir. Yarın çok geç olacaktır.

 

KAYNAKÇA

1.Brown, J.A.C; Siyasal Propaganda, Ağaç yay. İst. 1992.

2.Delek , A; CNN Türk, 07 Mart 2017.

3.Milli Eğitim Temel Kanunu (1739 s.k.), http // mevzuat.meb.tr/ html / 88.htm. (10.09.2006).

4.Okçabol, R, (2010) ; “Eğitimde Özelleşme/ Piyasalaşma Süreçleri ve Sonuçları”, Eleştirel Pedagoji, yıl 2, sayı 11, Eylül-Ekim 2010.

5.Russell, B; Eğitim ve Toplum Düzeni, Varlık Yay. Üçler Basımevi, İstanbul, 19 76.

6.Sol Haber Portalı; Okçabol, R; 2017 Yılında Eğitim, 29 Aralık, 2017. 

7.Tartanoğlu, S; Cumhuriyet Yayınlanma tarihi: 08 Şubat 2015 . 

8.T.C.  1982 Anayasası, http://www. tbmm.gov.tr/ Anayasa.html. (02.08.2006)

9.Türkiye    Eğitim  İstatistiği,  http://sgb.meb.gov.tr/  daireler/  istatistik/  Türkiye_  Eğitim_İstatistikleri (2002-2017).

10.Türkiye  İstatistik  Kurumu  ,Eğitim  İstatistikleri,  http://  www.  tuik.gov.tr/  VeriBilgi.doc.(2002-2017).

11.Organisation  for  Economic  Co-operation  and  Development  (OECD), http://www.oecd.org/edu/skills-beyond-school/EAG2017CN-Turkey-Turkish.pdf.

 

blank

Prof.Dr. ESERGÜL BALCI’nın ÖZGEÇMİŞİ

Adı ve Soyadı : Esergül Balcı

Doğum  Yeri : ÇANAKKALE / Çardak

Yabancı Diller : İngilizce, Rusça

Uzmanlık Alanı : Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi

 

AKADEMİK UNVANLARI

İlk Öğretim: Sakarya İlkokulu- Biga/ Çanakkale

Orta ve Lise Öğretimi: Biga Lisesi- Biga/ Çanakkale

Lisans :İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi,Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Yüksek Lisans : Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü / Kamu Yönetimi   Uzmanlık Programı

Doktora : Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Yönetimi Teftişi ve Planlaması Ekonomisi

Doçentlik : Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Profesörlük : Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi

YURT İÇİNDE BASILMIŞ KİTAPLARI

Balcı, Esergül: Ödüller Güdüleme Kuramları ve Türkiye’de Öğretmen Ödülleri. Adım Yayıncılık. Ankara. 1992.

Bucak, Esergül Balcı; Türkiye’de Eğitim Politikaları ve Siyasi Parti Ödülleri. Onlar Ajans Matbaacılık Ltd. Şrt. Ankara. 1993.

Balcı, Esergül; “Öğretmen Rolleri”. Eğitim Sosyolojisi. Gazi Büro Kitabevi, Beşevler, s. 79-104. Ankara. 1994.

Bucak. Esergül Balcı; Eğitimde Yerelleşme, Detay Yayıncılık. Ankara. 2000

(Ayrıca yurt içinde ve dışında yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır)

 

 

blank