05/12/2023

bilgedunyali.com

OKU; ki yaratan ve yaratılanı, yaşatan ve yaşatılanı bil!

bilgedunyali.com
A.CAN AYIŞIK ÖZEL YAZILARPDF İÇERİKTARİHSEL OLAYLAR

ERMENİ TEHCİRİ VE SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ İDDİALARI PDF

Last Updated on 24/09/2020 by ahmet can ayışık

 

 

 

 

Ermeni Soykırımı Emperyalist Bir Yalandır.

Soykırımın tanınması, Birleşmiş Milletler 1948 sözleşmesi gereğince yetkili bir uluslararası veya yerel yargı kuruluşunun vereceği yasal bir kararı gerektirmektedir. Böyle bir karar yoktur.

Osmanlı Devleti  Ermenileri tehcir ederek, Birinci Dünya Savaşı’na girmeden hemen önce Erzurum, Zeytun ve Bitlis gibi merkezlerde, ordu hattının gerisinde başlamış olan topyekun bir isyanı önlemeye çalışmıştır.

Osmanlı Arşivleri, devletin tehcir konvoylarının güvenliği için her türlü imkanını seferber ettiğini göstermektedir.

Ermeni sorununda Reuters haber ajansının da rolü var mıdır?

 

22.12.2011 tarihinde yayınladığımız Ermeni tehciri yazımız aşağıda. Ardından Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu’nun “Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları” kitabının PDF’si var. Bu konuda yayınlanmış çok değerli bir “Türk Çocuğu” yayınıdır. Minnet duyarak yayınlıyoruz…

 

Ermeni tehciri hakkında aşağıdaki gerçekleri bilelim. O yılların Birinci Dünya Savaşı yılları olduğunu, Osmanlı’nın, İttifak ülkeleri safında, (İtilaf devletlerinin, sömürgelerle birlikte 40’ın üzerinde ülkenin 42 milyon civarında askerine karşı, ittifak devletlerinin 22 milyon askeri ile) hayatta kalma savaşı verdiğini, işlerin Osmanlı yönünden çok kötü gelişmekte olduğunu unutmayalım.

Tehcir konusunda Türk Tarih Kurumu sitesinde hepimizin okuması gereken bilgiler var (Alıntıladığım tarihte vardı).  Prof. Dr. Kemal Çiçek tarafından hazırlanmış ve bir kısmı gazetede de yayınlanmış yazıları özellikle okumanızı öneririm.  Hocamızın bu konuda yazmış olduğu kitapları da vardır.

1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’ne göre, soykırım “ulusal, etnik, ırksal ya da dinî bir grubu tamamen ya da kısmen yok etme niyetiyle yapılan eylemler” şeklinde anlatılmaktadır. 1915-1916 olaylarını da bu tanım ışığında değerlendirdiğimizde, bu olayı soykırım olarak adlandırabilmek için gerekli  unsurları içermediğini görüyoruz.

 

  • “Soykırımın” tanınması BM 1948 Sözleşmesi gereğince yetkili bir uluslararası (ya da yerel) yargı kuruluşunun vereceği yasal bir kararı gerektirmektedir. Böyle bir karar yoktur.
  • Osmanlı’nın, yukarıdaki tanımda yer alan “ulusal, etnik, ırksal ya da dinî bir grubu tamamen ya da kısmen yok etme niyetiyle yapılan eylemler” kapsamında bir uygulaması olmamıştır. Şimdiye kadar tehcirin uygulanmasıyla ilgili yapılan tüm çalışmalar, Osmanlıların Ermenileri tehcir ederek, Birinci Dünya Savaşına girmeden hemen önce, Erzurum, Zeytun ve Bitlis gibi merkezlerde ordu hattının gerisinde başlamış olan topyekûn bir isyanı önlemeye çalıştığını ortaya koymuştur.

Osmanlı ordusu 1914 Ağustosunda seferberlik ilân ettiğinde, EDP’nin ve diğer Ermeni siyasî partilerinin pek çok üyesinin gizli komite toplantılarında kararlaştırıldığı üzere, firar ederek Ruslara katıldığı bilinmektedir. Rus tarihçilerine göre, savaşın en başında Rus ordusu içerisinde Osmanlı Ermeni’si 23 birlik vardı. Bu ise kabaca 11.500 askere karşılık geliyordu. Ayrıca sadece Kafkas bölgesinde Ruslar için savaşan 40.000 silahlı Ermeni gönüllü vardı. Aynı zamanda Anadolu’nun her yanına yayılmış sayısı asla tam olarak bilinemeyecek Ermeni gönüllü birlikleri vardı. (Bogos Nubar Paşa Fransa Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektuplarından birinde yaklaşık 200.000 Ermeni askeriyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı İtilâf kuvvetlerinin tarafında savaştıklarını belirtmiştir.)

Bu rakamlar, Osmanlı Ermenilerinin, Osmanlı İmparatorluğunun işgal edilen topraklarında Rusların “beşinci kolu” haline geldiğini yazan Toynbee’nin ne kadar haklı olduğunu gösterir. Bu “beşinci kol” denen kuvvet,  Ağustos 1914 ve Mart 1916 tarihleri arasında 124.000 Müslüman’ın katledilmesinden sorumluydu. Bu gerçek aynı zamanda Ermenileri ordu hatlarının gerisinden almanın gerekliliğini de açıklamaktadır.

Diğer yandan, tehcir kanunu yalnızca ordu açısından stratejik önemi olan alanlarla sınırlı olarak öngörülmüş ve Ermeni nüfusunun önemli bir kısmını tehcirin dışında bırakmıştır. (Amerikan diplomatları ve misyonerlerinin raporları muaf tutulan Ermenilerin sayısının 300.000 – 350.000 arasında vermektedir.)

  • Ermeni tarihçiler, İttihat ve Terakkinin merkezi kadrolarının bir imha programı başlattığını, bu amaçla da Anadolu’daki Ermeni nüfusunu “ölüm yürüyüşü” için Mezopotamya çöllerine gönderdiğini iddia etmektedir. Yolculuk için verilen sürenin çok kısa olduğu, gerekli hazırlıklar yapılmadan kitlelerin nakledildiği ve yetkililerin konvoyları bekleyen tehlikelerin farkında olduğunu iddia etmektedirler. Yine de, Türk ve Amerikan arşivlerindeki belgeler bu iddiaların yalan olduğunu ortaya koymaktadır. Her şeyden evvel, bazı şehirlerde 24 saat ile 48 saat arasında değişen sınırlı bir sürede tehcir edilen Ermeniler vardı. Fakat arşiv belgelerine göre, iki gün içerisinde nakledilenler köylüler değil, Ermeni komite üyeleriydi. Hepsi de erkekti. Güvenlik sebeplerinden ötürü tutuklanarak derhal farklı şehirlerdeki hapishanelere gönderildiler. Bununla birlikte, diğer yerlerde insanlara hazırlık yapmaları için en az iki hafta verildiği inkâr edilemez. Pek çok şehirde ilk konvoylar Temmuz’un ilk haftası içinde yola çıktılar. Bu ise kanunun Resmi Gazetede yayımlanmasından kabaca 35 gün sonrasına denk geliyordu. Bu nedenle, Ermenilerin bir yolculuğa apar topar gönderildikleri, hazırlanmak için yeterli zamanlarının olmadığı ve yolculuk sırasında çok sayıda zayiat verdikleri doğru değildir. 

Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı belgeler, devletin tehcir konvoylarının güvenliği için her türlü imkânını seferber ettiğini göstermektedir. Her bir konvoyun başına jandarmalar görevlendirilmişti. Kullanılacak yollar mümkün olduğunca önceden belirlenmiş ve güvenlikleri sağlanmıştı. Yol boyunca konvoyların karşılaşacakları yasa dışı olaylardan askerî ve idarî yetkililerin sorumlu tutulacağı ilân edilmişti. Ancak alınan önlemlere rağmen,  Doğu Anadolu çevresinde zaman zaman istenmeyen durumların meydana gelmesi önlenememiştir. (o bölgede demiryolu bulunmuyordu ve insanları kağnılarla veya yaya taşımaktan başka çare yoktu.)

Devlet o dönemde kanuni sorumluluklarını yerine getiriyor ve Ermenilere yapılan kötü muameleler bu amaç için kurulmuş olağanüstü askerî mahkemeler tarafından şiddetle cezalandırılıyordu. (Belgelere göre, 1915 ve 1916’da 1.673 kişi Ermenilere karşı suç işledikleri için tutuklanmış ve Osmanlı askerî mahkemeleri tarafından yargılanmıştır. Bunlardan 67’si idam edilmiş, 524’ü de çeşitli suçlardan dolayı hapse atılmıştır. Ayrıca 68 kişi ağır işlerde çalışmaya mahkûm edilmiştir. Bu yargılamalar ve verilen cezalar Osmanlı devletinin Ermenileri gidecekleri yere varana kadar koruma isteğinin bir kanıtı olarak görülmelidir.)

Belirtilen zorluk ve sorunlar sadece tehcir edilen Ermenilere özgü olmayıp,  hem Türk askerleri, hem de Müslüman mülteciler benzer  zorluk ve sorunlarla karşılaşmaktaydı. (Amerikalı bir askerî tarihçi olan Edward J. Erickson tarafından yapılan gözlemler sorunun bu yönüne ışık tutmuştur: “Türkler Ermenilere nazik davranmak istemişlerdir; sadece bu kadar büyük bir nüfus transferi gerçekleştirmek için gerekli ulaşım ve lojistik araçlarına sahip değildiler. İlk öncelikli olan askerî taşımacılık bu noktaya bir örnektir; birinci sınıf piyade birlikleri imparatorluğun bir başından öteki başına yolculuk ederken mevcutlarının dörtte birini hastalıklara, yetersiz yiyecek istihkakına ve elverişsiz sağlık koşullarına kurban vermiştir. Bu, iyi donanımlı, sağlıklı gençlerden oluşan ve askerlerin durumuyla yakından ilgilenen komutanlar tarafından yönetilen alay ve tümenlerin de sıkça karşılaştığı bir durumdu.”)

 

Ermeni tehcirindeki rakamlarda da farklı iddialar sözkonusu.

 

  • Bağımsız araştırmacıların çoğu 1914’den önce Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni nüfusun 1.4 -1.7 milyon arasında olduğunu tahmin etmekteler. (Ermeni yanlısı kaynaklarda nüfusun 2 milyon civarında olduğu iddia edilmektedir.)
  • Tehcirde ölen Ermeni sayısı için 200 bin-1.5 milyon arasında rakamlar verilmektedir.
  • Tehcir kapsamındaki Ermeni sayısı için 1919 Yılındaki Paris Barış Konferansı’nda Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar Paşa 700 bin sayısını vermektedir. Farklı kaynaklarda 1.5 milyona kadar rakamlar verilmektedir.
  • Osmanlı kaynaklarına göre tehcirden sonra Anadolu’da kalan Ermeni nüfusu 281 bin kişidir. (Bazı kaynaklar bu sayıyı tehcire konu edilenlerden sağ kalanlar olarak vermektedirler. Oysa, bu sayı, Osmanlı’nın tehcir kanununa göre tehcirden istisna edilen Ermenilerin sayısıdır.)
  • Tehcirin önemli kısmı Suriye ve Musul’a yapılan bir sevkiyat olmakla birlikte, Anadolu’daki çeşitli iller arasında sevkiyatlar yapıldığı da kaynaklarda mevcuttur.
  • Tehcir kanunu kapsamında Suriye-Musul civarına sevki gerçekleşen Ermeni sayısı 500-600 bin civarındadır. Anadolu’dan Kafkasya’ya kaçan Ermeni sayısı 325 bin, İran’a kaçanlar ise 40 bin kişi civarındadır. TTK’nın yapmış olduğu çalışmalara göre karşılıklı çatışmalar, baskınlar, katliamlar ve salgın hastalıklar gibi sebeplerle hayatını kaybeden ya da akıbeti kesin olarak tespit edilemeyen Ermeni sayısı (eğer nüfus 1,5 milyon ise) 200.000’i geçmemektedir.

Son olarak; bir kısım çevreler, ermeni tehciri ile ikinci dünya savaşı yıllarında Hitler Almanya’sı tarafından gerçekleştirilen Yahudi soykırımını benzer yaklaşımlar olarak gösterme gayreti içerisindeler. Osmanlı’nın savaş içindeki isyan/savaşta aldığı bir kısım tedbirler sonucunda doğmuş insan kayıpları ile diğer tarafta herhangi bir isyan hareketi olmaksızın Yahudilerin tümüne karşı gerçekleştirilen sistematik bir yok etme yaklaşımını bir tutmanın çok yanlış bir değerlendirme olduğunu düşünüyoruz. 22.12.2011

 

Bundan sonraki kısım,  Türk Tarih Kurumu’nun aşağıda belirtilen internet sitesi adresinden alınmıştır.21.3.2017

http://dunyasavasi.ttk.gov.tr/upload/files/Ermeni_Dosyasi/Buyuk_Devletler/IngiltereveErmeniKarti.pdf

 

BATI KAMUOYU VE ERMENİ SORUNU

Ermeni Sorunu tabiri batı kamuoyunda özellikle Berlin Kongresi’nden sonra daha fazla yer bulmaya başlamıştır. Kongrenin toplandığı 1878 tarihinden sonra büyük devletler başta İngiltere ve Rusya olmak üzere Fransa, Almanya ve Amerika bu meseleye daha ağırlıklı olarak eğilmeye başladılar. Aslına bakılırsa büyük devletlerin Ermenilere olan ilgisi daha eski dönemlere kadar geri gider. Ancak Ermeni cemaatinin geçirdiği dönüşüm, Avrupalı devletlerin kendi politikaları doğrultusunda Ermenilere daha fazla ilgi göstermeleri neticesini doğurdu. Kongre öncesinde Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeni cemaati içerisinde bir kimlik dönüşümü yaşanmıştı. Cemaat içerisinde Fransız İhtilali’nin neticesi olarak bağımsızlık isteyen milliyetçi kimliğe bürünmüş bir grup ortaya çıkmıştı. Bu milliyetçi karakter onları ilk etapta en azından özerklik elde etmeye sevk etmişti. Bu amacın elde edilmesi için de uygun zaman ve zemine ihtiyaç vardı. 93 Harbinin çıkışı onlara bu fırsatı vermiş gibi görünüyordu. Dünya kamuoyuna davalarını sunmak için yakaladıkları fırsat Berlin Kongresi’nde önlerine gelmişti. Dönemin İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Berlin’de davalarının propagandasını yapmak üzere bir heyet teşkil etti. Yunan ve Bulgar isyanlarında olduğu gibi Avrupa müdahalesini temin ettikleri takdirde özerklik veya bağımsızlık elde edebileceklerini düşünüyorlardı. Ermeni heyeti Osmanlı devletinin geleceğinin müzakere edildiği Berlin’de elinden geleni yaptı. Avrupa müdahalesi talepleri her ne kadar Berlin’de cevap bulamasa da “Ermeni Sorunu” çok yönlü Avrupa diplomasisi içerisinde bir problem olarak öne çıktı. Böylelikle Ermeni Sorunu uluslararası bir mesele haline gelmiş oluyordu. Kısacası bu antlaşma Ermeniler için adeta bir dönem noktasıydı.

 

BATI BASINININ OSMANLI VE ERMENİ ALGISI

Basın, özellikle gazeteler 19. yüzyılın ortalarından itibaren batının Osmanlı devleti ile ilgili en temel haber kaynaklarından birini teşkil etmeye başlamıştı. Özellikle Berlin Kongresi sonrasında Ermeniler konusunda batıda haber sayısında hızlı bir artış olması gözden kaçmamaktadır.

Tarihsel olarak dünya basınının özellikle de Avrupa basınının Osmanlı devletine karşı olan tutumu geleneksel Avrupa önyargılarının gölgesinde kalmıştır. Her ne kadar Türkler uzunca yıllar Avrupa kıtasında hem politik bir otorite ve hem de toprağa sahip olsalar da, Avrupa’da öteki olarak görülmüş, varlıkları bir problem olarak telakki edilmiştir. Bu tür bir algılama batı basınında da rahatça hissedilebilir. Bunun tersine olarak, batı kamuoyu ve özellikle gazeteleri “Şark Meselesi”nin önemli bir parçası olarak görülen Ermenilere daima sempatiyle yaklaşmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan bir şekilde basın kamuoyu ve siyasi otoriteleri yönlendirmede önemli bir rol oynamıştır. Bu şartlar altında siyasiler de bu etkiye kayıtsız kalamamış ve basının yönlendirmelerine açık olmuşlardır.

 

AMERİKAN KAMUOYUNDA ERMENİ SORUNU ALGISI

Avrupa’da olduğu gibi, Amerika halkı ve basını da Ermeniler ve Ermeni Sorunu ile özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren daha ağırlıklı olarak ilgilenmişti. Aslına bakılırsa bu yüzyılın başından itibaren Amerikan kamuoyu Osmanlı devletindeki etnik grupların sebep oldukları çatışmalara Hıristiyanlık ruhu ile yaklaşıyordu. Burada üzerinde düşünülmesi gereken Amerika halkının Ermeni cemaati ve Ermeni Sorunu algısının alt yapısının ne şekilde hazırlandığıdır.  Amerikan halkı Ermenilerle ilgili ilk bilgileri seyyahlar ve misyonerler vasıtasıyla öğrenmişlerdi. Fakat bazı Ermeni yazarların da belirttiği üzere Ermenilerle ilgili Amerikan halkının fikir edinmesindeki en önemli grup Amerikan misyonerleridir. Osmanlı Devleti’ndeki Amerikan misyonerleri 1810 yılında Amerika’da kurulmuş ve “Tanrının adıyla git ve yardım et” parolasıyla harekete geçmiş olan American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) adlı misyoner örgütünün kontrolü altındaydı. ABCFM’nin ilk temsilcileri (Pliny Fisk ve Levi Parsons) 1820’li yıllarda Osmanlı topraklarına ayak basmışlar ve onları başka misyonerler takip etmişti. İngiliz misyonerleriyle yakın ilişkiler içerisinde ve İngiliz hükümetinin koruyuculuğuyla Osmanlı coğrafyasında kendileri için okul, kilise ve kolejler açabilecekleri uygun yerler aramaya başlamışlardı. Zaman içerisinde, Amerikan misyoner faaliyetleri o kadar artmıştı ki Amerika denince akla misyonerler geliyordu. Amerika’da misyonerlerin yayın organlarında ve yine onların yazılarıyla beslenen basında sürekli abartılarak yer verilen Türk-Ermeni olaylarına ilişkin haber ve makalelerle bir Hıristiyan ulusun Müslüman imparatorlukta ezilmekte olduğu savı işlendi. Bunu fırsat bilen Ermeniler de Amerika halkının gözünde çirkin Türk imajının pekişmesini sağladılar. 

 

HAVAS VE REUTERS AJANSLARININ BATIDA ERMENİ ALGISINA ETKİSİ

Ermeni Sorunu ele alındığında hem Avrupa’da hem de Amerika’da kamuoyuna sunulan bilgilerin aracılığını yapan ve giderek dünya haber iletim ağını eline geçiren haber ajanslarının çok önemli bir rol üstlenmiş oldukları görülmektedir. Bilhassa propaganda konusunda bu ajansların dikkatle ele alınması, Türk karşıtlığı imajının oluşmasında ve artmasındaki işlevleri üzerinde durmak gerekir. Bunu anlayabilmek için de haber ajanslarının tarihine kısaca değinmek icap etmektedir.  Uluslararası haber ajanslarının insanları bilinçlendirmek için değil de para kazanmak için kurulmuş yapılar olduğuna dair bir kanı mevcuttur. Bu haber ajanslarının tarihlerinin kendi haberlerinin daha geniş bölgelere yayılmasını sağlayacak pazarlar elde etme mücadelesi olduğu ifade edilmektedir. Bu çerçevede dünyanın ilk uluslararası haber ajansı Osmanlı belgelerine Havas Ajansı olarak yansıyan Agence France-Presse’dir (AFP). 1835 yılında bir Fransız girişimci olan Louis Havas yabancı dilde yazılmış haberlerin çevirisini yapan bir şirkette çalışırken buradan ayrılarak kendi işini kurmuş ve bu büroyu haber ajansına çevirmiştir. 1845 yılı itibariyle orta ve batı Avrupa’da Havas’ın bir muhabirinin olmadığı başkent ve büyük ticaret şehri hemen hemen yok gibiydi. Görüldüğü üzere on yıl gibi kısa bir süre zarfında Havas Avrupa’da çok geniş bir alanın haber iletimini ele geçirmiştir. Güçlenen Havas’ın karşına bir süre sonra rakiplerinin çıkması doğal bir gelişmeydi. 

 

Havas ajansı 1850’li yıllarda Londra’da Reuters ve Berlin’de Wolff ajanslarının kurulmasıyla bu haber ajanslarıyla rekabete girişti. Rakipleri de aslında daha önce Havas’ta çalışmış olan alman Paul Julius Reuter ve Bernhard Wolff isimli kişilerdi. Bu üç haber ajansı 20 yüzyıla kadar dünyanın en önemli haber ajansları olarak dikkat çekiyorlardı. Fakat Reuters ve Havas zaman içerisinde Wolff ajansına karşı üstünlük elde etmişlerdi. Bu noktada dikkat çekici bir gelişme de bu ajansların yaptıkları bir anlaşmaydı. Havas, Reuters ve Wolff 1869 yılında imzaladıkları “Ajans İttifak Anlaşması” ile kendi aralarında uluslararası haber kartelini oluşturmuşlardı. Yapılan anlaşma gereği bu tarihten sonra özellikle Havas ve Reuters Osmanlı coğrafyasını yakından takip etmişlerdi. 

 

Berlin Kongresi sonrası Ermeni Sorunu uluslararası bir mesele haline geldiğinde ve Ermeni olayları özellikle 1890’lı yıllarda zirve yaptığında Havas ve Reuters batı kamuoyunu bu olaylarla ilgili olarak bilgilendiriyorlardı. Yukarıda da belirtildiği üzere başlangıçta önemli olayları ve bilgileri merkeze aktarmak amacıyla kurulmuş olan bu iki haber ajansı uluslar arası haber iletimini ellerine geçirmişlerdi. Bu ajansların sahte ve taraflı haberlerle borsanın inip çıkmasını sağladıkları, bazı devletlerin aleyhinde yayınlar yaparak şantaj yapıp haksız kazançlar elde ettikleri belirtilmektedir. Bu haber ajanslarının Osmanlı hükümetini de açık bir şekilde tehdit ettiğine dair örnekler vardır. Meydana gelen olayları tekzip için Ajans Havas’a gönderilen telgrafların reddedildiği, buna sebep olarak da şirkete abone olunmamasının gösterildiğiyle ilgili birçok arşiv belgesi mevcuttur. Bu durum özellikle 1890’lı yıllarda daha yoğun bir şekilde kendini gösteriyordu. Örneğin Reuters’in yaptığı olumsuz haberlerin önüne geçmek için Osmanlı hükümetinin yoğun çaba sarf ettiği bu amaçla Londra, Paris ve Berlin büyükelçiliklerinden muhtemel önlemler hususunda raporlar talep ettiği görülmektedir. Reuters ajansının önyargılı bir haberi Osmanlı hükümetinin ajansı tehdit etmesine sebep olmuştu. II. Abdülhamid’in hastalığı ile ilgili yalan olduğu belirtilen bir haberi ajans doğrudan Times gazetesine aktarmış, bunun üzerine hükümet bu tür bir yalan haberin tekrar yayınlanması durumunda ajansın İstanbul’daki bürosunun kapatılacağı kendilerine bildirilmişti. Osmanlı hükümeti biraz daha ciddi önlemler almak adına sahte haber üreten bir merkez olarak telakki ettiği Reuters’in tüm faaliyetlerini yasaklamayı dahi düşünmüştü. Tüm çabalarına rağmen herhangi bir netice elde edilememişti. 1895 Kasım’ında Sadrazam, Şurayı Devlet Reisi ve Hariciye Nazırı’nın Sultan Abdülhamit’e sundukları ortak bir mazbatada, aleyhte yayınların etkisizleştirilmesinin en etkili yolunun gazetelere, ama en başta işte bu iki ajansa yani Reuter ve Havas’a para verilmesi olduğu belirtilmekteydi. Nihayet Osmanlı hükümeti politik spekülasyonların merkezi olarak gördüğü Reuters ajansıyla bir anlaşma yapmaya karar verdi. Hatta hükümet Osmanlı karşıtı iftiraları tekzip etmek için bu ajanstan yararlanabileceğini dahi düşündü. Bu amaçla Reuters’e maddeten yapılan yardım arttırıldı. Böylece Osmanlı hükümeti devlete karşı olumsuz haberleri engellemek için bu ajanslara abone oldu.  Ancak tüm bu çabalara rağmen batı kamuoyuna yansıtılan haberlerin hemen tamamımın Sultan’a ve Osmanlı Devleti’ne karşı olduğu gerçeği Ermeni olaylarının had safhaya geldiği bu süreçte de değişmemişti. Sultan Abdülhamid de para ile bu tür yayınların önüne geçilmeye çalışılmasının bir hata olduğunu daha sonradan kabul etmişti. Osmanlı arşiv belgelerine bakıldığında Havas ve Reuters ajanslarının Osmanlı devletini zor durumda bırakacak yüzlerce haberi batı kamuoyuna sundukları görülmektedir. Osmanlı hükümeti ise gazetelerde yayınlanan bu haberlerin tekzip edilmesi için çaba göstermekten başka bir şey yapamamıştı.

 

CİHAN HARBİNDEN BUGÜNE İNGİLTERE VE ERMENİ KARTI

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti, en çok zarar gören taraf olmuştu. Savaş sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve toplanan Berlin Kongresi’nde alınan kararlar Ermeni Meselesi’ni uluslararası bir problem haline getirmenin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin temellerini de sarsmıştı. 93 Harbi ve Berlin Antlaşması ile İngiltere yaklaşık yüz yıl boyunca takip ettiği, Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya’ya karşı koruma politikasını bir kenara bıraktı.  İngiltere bu yeni politikasını gerçekleştirebilmek için kendisine iki yol tayin etmişti. Birinci yol, Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kendisine bağlı veya kendi kontrolü altında bağımsız devletler kurmaktı. Bu çerçevede İngiltere, Anadolu’daki Ermenilere yönelmiş ve onları bağımsızlık yolunda kışkırtmak suretiyle Doğu Anadolu’da kurulacak bağımsız bir Ermeni Devleti’ni Rusya’nın Anadolu’ya girmesini önleyecek bir tampon olarak kullanmak istemiştir. İngiltere’nin bu yeni politikasını uygulamak için seçtiği ikinci yol ise, Osmanlı Devleti’nin bazı stratejik noktalarını ele geçirmekti. Bu maksatla İngiltere, 1878’de Osmanlı Devleti’ne baskı yaparak Kıbrıs’a yerleşmiştir. Böylece hem Ege denizinin Akdeniz’e açılan noktasını, hem Doğu Anadolu’yu ve hem de Süveyş kanalını buradan kontrol etmek imkânını kazanmıştır. Berlin Antlaşması’ndan sonra Ermeni Sorunu’nun takipçisi olan İngilizler her fırsatta konuyu gündemde tutmaya büyük önem vermişlerdir. I.Dünya Savaşı’nda da Osmanlı devletini sıkıştırmak için en önemli kozları tehcir edilen Ermeniler olmuştu. Kısacası Ermenilerin uluslararası bir sorun haline gelmesinin baş aktörlerinden biri olan İngiltere kendi politikalarına Ermenileri kurban etmekten çekinmemiştir.

 

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA ERMENİLER VE İNGİLTERE

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile birlikte Ermeniler de yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar. Ermeni komiteleri ve patrikhane, Osmanlı Devleti’nin savaşa taraftar olduğu takdirde izleyecekleri politikayı tespit etmek üzere bir araya gelmişlerdi. İstanbul Galata’daki Ermeni Büyük Merkez Okulu’nda patrikhane memurlarının başkanlığında Taşnaksütyun, Hınçak ve diğer komitelerin temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli Ermeni Kongresi, “Ermenilerin Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları, askeri görevlerini yerine getirmeleri ve dış tesirlere kapılmamalarını” telkin etmiştir. Fakat bu karara rağmen, 1914 Haziranı’nda Doğu eyaletleri başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden gelen temsilcilerin iştiraki ile Erzurum’da toplanan Sekizinci Taşnaksütyun Kongresi’nde ise “İttihat ve Terakkiye karşı muhalefet durumunda kalma ve onunla şiddetle mücadeleye girişme” kararı verilmiştir.

Ermeniler, aldıkları bu kararı tatbik etmek üzere derhal harekete geçmişlerdi. 21 Temmuz 1914’te Osmanlı Hükümeti seferberlik ilan ettiği zaman, Ermeni komiteleri taşra örgütlerine şu talimatı göndermişti: “Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı askeri geri çekilirse, her tarafta birden eldeki tüm vasıtalarla ayaklanılacaktır. Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, emir komuta kurumları ve binaları bombalarla havaya uçurulacak, yakılacak, hükümet kuvvetleri içeride oyalanacak, ikmal kollarına baskınlar yapılacaktır. Bunun tersi, Osmanlı ordusu ilerlerse Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslara katılacak ve birliklerinden kaçarak çeteler oluşturacaklardır”. Ermeni Hınçak Partisi, 30 yıldır Ermeni meselesi için mücadele eden Paris Merkez Komitesi ile beraber savaş sonunda söz sahibi olmak ve kendilerine vaad edilen Bağımsız Ermenistan’ın kurulması için bütün Ermenileri “İtilaf-ı Müsellese” (İtilaf Devletleri) yanında savaşmaya davet ederken, Rus Çarı Ermenilerin Rusya’nın yanında harbe katılmaları için bir beyanat vermişti. Böylece komiteler daha savaşın başında, bütün kuvvetleriyle Rus savaş gücünü takviye etmek amacıyla harekete geçmiş bulunuyorlardı.

 

ERMENİLER’İN İNGİLTERE’YE BAŞVURUSU

Savaşın ilk yıllarında Ermeniler, Rusya’nın yanı sıra İngiltere’ye de müracaat etmeyi ihmal etmemişlerdi. Bogos Nubar Paşa, 12 Kasım 1914’te Kahire’deki İngiliz yetkililerine işbirliği teklifi yapmıştır. Buna göre; “Kilikya Ermenileri, İskenderun, Mersin veya Adana’ya yapılması muhtemel bir çıkartmayı desteklemek için gönüllü yazılmaya hazırdırlar. Dağlık mıntıkadaki Ermeniler de kıymetli yardımda bulunabilecek; silah ve mühimmat temin edilirse Türklere karşı ayaklanacaktır”. 

Avrupa ve Amerika’daki Ermeni komitecileri de faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdürüyorlardı. Amerika’da bulunan Ermeni Milli Müdafaa Komitesi 23 Mart 1915’te İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey’e bir yazı göndermişti. Bu yazıda, savaşın Asya Hıristiyanları özellikle Ermeniler için bir bağımsızlık fırsatı olduğu, binlerce Ermeninin Rus ordusunda müttefiklerin yanında savaştığı, Amerika ve İngiliz Ermenilerinin bunlara yardım ettiği belirtiliyordu. Bu sebeplerden dolayı müttefiklerin Ermeni isteklerine kayıtsız kalmamaları gerektiği vurgulanmıştı. İngiltere Ermeni Komitesi Başkanı Aneurin Williams da 3 Nisan 1915’te yine İngiltere Başbakanı’na sunduğu bir yazıda, Ermenilerin savaş sonundaki durumlarıyla ilgili endişelerini, bu konunun tamamıyla Rusya’nın isteklerine bırakılmamasını, özellikle Ermenilerin Rusya idaresi altında kalmamaları için diğer büyük güçlerin konu ile ilgilenmelerini ve Ermenilerin İngiliz yönetimini istediklerini bildirmiştir. 

Ermeniler daha savaşın başında Rusların kendileri için bağımsız bir Ermenistan düşünmediklerini anlamışlardı. Bu sebeple Rusya yerine İngiltere ya da Amerika’nın bölgede etkin bir politika takip etmesini istiyorlardı. Bu arada İngiliz Hariciye Nazırı da Ermenilere arzuladıkları bağımsız Ermenistan’ın “kuvveden fiile geçeceğini” vaat etmekten kaçınmamıştır. Paris’te 900 kadar Ermeni gönüllünün savaşa katılması sebebiyle bir tören yapılmıştı. Tören esnasında, Fransız halkı gönüllü Ermenileri heyecanla alkışlarken, gösteriler sırasında yapılan konuşmalarda Alman politikası eleştirilmişti. 

Bu sırada İngiliz Hariciye Nazırı Sir Edward Grey, gazetelerde yer alan konuşmasında; “Ermeniler bilsin ki harp sonunda kararlaştırılan otonomi bir Ermenistan mutlaka kurulacaktır” ifadesini kullanmıştır.

Tehcir Kararı ve İngiliz Önderliğinde İtilaf Devletleri’nin Tavrı Altı cephede birden dünyanın büyük devletleri ile mücadele ederken bir yanda Ermeni isyanları, diğer yanda ise Avrupalı Devletlerin tahrikleri ve müdahaleleri Osmanlı Devleti’ni oldukça güç durumda bırakmıştı. Özellikle savaş sırasında başlayan Ermeni isyanları Osmanlı Hükümeti’ni ciddiyetle bu mesele üzerine eğilmeye zorlamıştı. Hükümet öncelikle ayaklanmaları, yerel önlemlerle büyümeden yerlerinde bastırmayı ve her yanda ayaklanmalara karşı savunma durumunda kalmayı tercih etmişti. Üstelik Ermeni askerlerin silahları ile birlikte kaçışlarına, dini liderlerin ayaklanmalara katılmalarına, büyük ölçüdeki tertiplere ve hareketlere rağmen bu ayaklanmaları bireysel girişimler biçiminde görmeyi uygun bulmuştur. Hükümet, İtilaf Devletleri ile işbirliği içinde olaylar çıkaran Ermenilerin yatıştırılması ve içerideki emniyetin sağlanması amacıyla önce parlamentodaki Ermeni mebuslarına müracaat etmiş ve komitecilerin uyarılmasını istemiştir. Daha sonra ise 24 Nisan 1915 tarihinde vilayetlere ve mutasarrıflıklara acele ve gizli kaydı ile bir genelge göndererek Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evrakına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanması hususunu bildirmişti. Komitelerin kapatılması, elebaşlarının tutuklanması olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirmiş, Ermenilerin faaliyetleri daha da artmıştır. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti son çare olarak 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihli bir geçici kanun yayınlayarak savaş bölgelerindeki halkın sevk ve iskânına karar vermek zorunda kalacaktır.

Ermenilerin savaş sırasında isyanlar, ihtilaller çıkarmalarına ve kendi saflarında Osmanlı ordusuna karşı savaşıp hıyanet etmelerine hiç ses çıkarmayan hatta onları maddi ve manevi olarak destekleyen İtilaf Devletleri, hükümetin çıkardığı bu kanun üzerine hemen harekete geçmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin aldığı bu tehcir kararına, halen Türkiye’ye karşı savaşmakta olan İtilaf Devletleri’nin hükümetleri İstanbul’daki elçileri vasıtasıyla 24 Mayıs 1915’te bir protesto notası vermişlerdi. 

Londra’daki Rus Büyükelçisi, Rusya’daki Ermenileri memnun etmek için açık bir bildiri yapmanın askeri sorunlardan dolayı devleti için çok önemli olduğunu belirtmesi üzerine, Londra da böyle bir bildirinin yayınlanmasını kabul etmişti. Zira Rus ordusunda 150.000 Ermeni savaşıyordu ve yüzlerce Ermeni de İtilaf Devletleri’ne katılmış bulunuyordu. Gerçekte Rusya ve İngiltere, savaşta Ermenilerin desteğini kaybetmemek için; yani sadece askeri çıkarlarını göz önünde bulundurarak, Türk yetkililerini kınamayı kabul etmişlerdir. Böylece yayınladıkları protesto ile bir taraftan sevk ve iskân edilen Ermenilerin Türk hükümeti tarafından soykırıma uğratıldıklarını öne sürerken, diğer taraftan da düşmanla işbirliği yapan Ermenileri mazur göstermek için onların tehcir karşısında kendilerini müdafaa etmek amacıyla silaha sarıldıklarını iddia etmişlerdir. Görüldüğü gibi büyük güçler barış zamanında Osmanlı Devleti’ne müdahale etmek ve devleti yıpratmak için kullandıkları Ermeni sorununu, savaş zamanında Osmanlı Devleti’ni cephe gerisinden yıkmak ve bu suretle Anadolu topraklarını paylaşmak için kullanmışlardır.

 

.

 

 

 

blank
A.Can Ayışık
error: Content is protected !!