BANKACILIK SİSTEMİEKONOMİ-FİNANS

BANKACILIK SİSTEMİMİZİN KULLANDIRDIĞI KREDİLERİN SEKTÖREL DEĞERLENDİRMESİ

Last Updated on 24/03/2024 by ahmet can ayışık

blank

 

 

 

Bankalarımız en çok hangi sektörlere kredi kullandırmış?

Kullandırılan krediler içerisinde tüketimi teşvik edici mahiyetteki bireysel kredilerin payı ne kadar?

Ya da İnşaat sektörünün?

Katma değeri en fazla olan  Yüksek Teknolojili Ürün üretiminin kredilerden aldığı %5’lik pay sizce uygun mu?

 

Bankacılık sektörümüz tarafından kullandırılan kredilerin sektörel dağılımını gösteren ve Türkiye Bankalar Birliği’ne bankalarca yapılan bildirimlerden oluşturulmuş   aşağıdaki tablo hareket noktamız.  Sözkonusu tablo,  bize  2017 Yılı Ocak ayı itibariyle  bankacılık sektörünün, toplamış olduğu kaynakları kredi olarak kullandırmak suretiyle hangi sektörleri ne ölçüde finanse ettiğini gösteriyor.

Tablodaki brüt kredi bilgileri,  “Nakdi Krediler ve Tasfiye Olunacak Krediler” toplamından oluşmaktadır. Bu bilgiler  bankalarca, vergi kimlik /T.C. Kimlik Numarası bulunan gerçek ve tüzel kişilere kullandırılan kredi ve fonlar (gerçek veya tüzel kişilerce yurtdışından kullanılan yurtiçi bankalar tarafından aracılık edilen krediler hariç) ile tasfiye olunacak krediler (20 TL ve  üzeri) toplamını göstermektedir.

Bankalarımızca kullandırılan kredilerin sektörel dağılımını daha detaylı izleyebilmek ve çok daha anlamlı uluslararası karşılaştırmaları mümkün kılmak adına, tablodaki sektörel kodlamanın geliştirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum.  Ancak, elimizdeki sektörel kodlama bu şekilde olduğundan,  üzerinde bir kısım değişiklikler de yaparak değerlendirmemizde bu dağılımı kullanmak zorundayız.

Ama, önce aşağıdaki ana tablomuzdaki kredi kullandırımı ile ilgili değerlendirmelerimi paylaşayım.

  • Türkiye’deki bankalarca kullandırılmış brüt krediler Ocak 2017 ayı itibariyle yaklaşık   9 trilyon TL olmuş.
  • Kullandırılan kredilerin en büyük kısmı, tüketimi teşvik edici mahiyetteki “Bireysel Krediler”den oluşuyor. Yaklaşık 453 milyar TL’lık bu tutar, kullandırılan tüm kredilerin % 24’üne denk geliyor.
  • İkinci en büyük kredi kullandırılan sektör 261 milyar TL’lık tutar ve yaklaşık % 14’lük pay alan “Toptan, Perakende Tic., Komisync.Motorlu Araç Servis Hizm.” Sektörü.
  • Üçüncü en büyük sektör 168 milyar TL’lık tutar ve yaklaşık % 9’luk pay ile “İnşaat” sektörü.
  • Tabloda dikkat çeken önemli hususlardan biri de yüksek teknolojili üretimin sözkonusu olduğu “Elektrikli Ve Optik Aletler San.” sektörünün 14 milyar TL’lik tutar ile toplam krediler içindeki payının % 0,8 gibi çok düşük bir seviyede olması.
  • Ana tablodaki kredi payı çok düşük bir başka çok önemli sektör ise 7 milyar TL tutar ve % 0,4 pay ile “Eğitim” sektörü.

 

Yukarıdaki geniş ana  tabloyu, işaretli renk kodlarını kullanarak aşağıdaki şekilde birleştirdiğimizde, bize daha fazla detay bilgi vermesi mümkün hale geliyor.

  • İmalat sanayi ile ilgili sektörleri teknoloji kullanım özelliklerine göre iki ana grupta topladım. Böylece, teknoloji kullanım yoğunluklarına göre kredi dağılımı daha net görülebilecek.
  • Düşük teknolojili İmalat sanayi içine girebilecek “İnşaat” ve “Yiyecek İçecek” sanayilerini, üretim büyüklükleri itibariyle ayrı göstermek daha anlamlı olacağından, farklı iki grup olarak ele aldım. Bunun gibi, aslında hizmet sektörü içinde yer alan “Eğitim” sektörünü de ulusal ekonomik geleceğimiz yönünden taşıdığı önem nedeniyle ayrı gösterdim.
  • Yaptığım birleştirilmiş gruplamada “Diğer Tüketim Harcamaları Finansmanı” başlığı altında “Bireysel Kredi” ve “Kredi Kartı” kredilerinin toplamını esas alırken, ana tablodaki “Bireysel Krediler” sektöründe yer alan “Bireysel Kredi (Konut)” kredilerini, kendi tablomda “İnşaat, Konut ve Emlak Komisyonculuk vb.” başlığı altında, yine yukarıdaki ana tablodaki “Bireysel Kredi (Otomobil)” kredilerini, yaptığım tabloda  “İmalat sanayi Yüksek ve Yüksek Orta Teknolojili” başlıkları altında yeniden sınıflandırdım. Bireysel krediler, bilindiği gibi mahiyeti gereği tüketimi teşvik eden kredilerdir. Ülke ekonomisindeki üretim ve yatırım kapasitesini  teşvik edici etkisi ise dolaylıdır. Sözgelimi, bankacılık sisteminin verdiği otomobil kredileri ile yurt dışından ithal edilen araçlar satın alındığında, ulusal üretim kapasitesine etkisi sıfırdır, hatta yurt içi üretime alternatif yurt dışı üretim ürünlerinde bir teşvike yol açtığından yurt içi üretim etkisi negatif de olabilir. Otomobil kredilerinde özellikle sözkonusu olabilecek bu durumu (Ben bu çalışmada ihmal ettim)   okuyucuya hatırlatmakta fayda görüyorum.

Şimdi, yaptığımız  birleştirilmiş sektörel dağılım tablosunun bize söylediklerini özetleyelim:

  • Bankacılık sisteminin en fazla kredi kullandırdığı sektör 507 milyar TL’lık tutar ve yaklaşık % 27’lik pay ile “Ticaret ve Hizmet” sektörü.
  • Bilindiği gibi inşaat sektörü, balon vardı, balon yoktu söylemleri ile son dönemde ülkemizde en çok konuşulan sektörlerden biri durumunda. Türkiye’deki bankacılık sektörünün inşaat sektörünü teşvik edecek mahiyette kullandırdığı toplam kredi miktarını görebilmek için yukarıdaki tabloda yer alan  “İnşaat, Bireysel Kredi (konut) ve Emlak Komisyon, Kiralama Ve İşletmecilik Faaliyetleri” kalemlerini topladım. Ocak 2017 ayı itibariyle, inşaat sektörüne  bu kapsamda sağlanan finansman desteği, toplam brüt kredilerin % 23’ü olan 439 milyar TL’sına ulaşmış. Yani, Türkiye’deki bankacılık sistemi, kullandırdığı toplam kredilerin yaklaşık ¼’lük kısmını inşaat sektörünü teşvik etmeye tahsis etmiş. Dolayısıyla,  sektör, kredilerden en büyük payı alan ikinci sektör durumunda.
  • Krediler pastasından üçüncü büyük payı alan sektörün 342 milyar TL’lık tutar ve % 18’lik pay ile “İmalat Sanayi (Düşük ve Düşük Orta Teknolojili)” sektörü olduğu anlaşılıyor.
  • Bu ilk üç sektörün kullandırılan kredilerin toplamı 1.3 milyar TL. Pay toplamı  ise % 68.
  • Buna karşılık, ulusal ekonomik öncelikler ve küresel bazda rekabet için çok önemli olan iki sektörün kredi pastasından aldığı paylar ne yazık ki tatmin edici seviyelerin çok gerisinde kalmış. Bunlardan birincisi “İmalat Sanayi (Yüksek ve Yüksek Orta  Teknolojili)” sektörü. Ana tablodaki imalat sanayi kalemlerinden yüksek ve yüksek orta teknoloji gerektirenleri ikinci tabloda birleştirerek daha geniş çerçevede değerlendirme yapabilir hale geldik. Ancak, sektörün birleştirilmiş tablodaki  87 milyar TL ve yaklaşık % 5’lik payının çok düşük olduğu açık. Eğitim sektörünü hem ana hem de birleştirilmiş tabloda ayrı tuttum. Okuyucunun, bu iki sektörün ulusal ekonomik önceliklerimiz içerisindeki hak ettiği yerin buralar olmadığını bilmesini istiyorum. Diğer yandan, yazıyı daha karmaşık hale getirmemek için kredi dağılımının önceki yıllar ile karşılaştırmasına bu yazıda girmedim. Ancak, girmiş olsaydım, her iki sektörün bankacılık sistemi kredilerinden aldığı payda 2015-2017 döneminde bir artış trendinin  mevcut olmadığını da üzülerek görecektik.
  • Tablonun tümünden çıkan bir başka sonuç, bankacılık sektörümüzün, kaynaklarının 1.8 trilyon TL’lık kısmını, ki pay olarak kredilerin % 95’i gibi neredeyse tamamı boyutundadır;  İmalat Sanayi (Düşük ve Düşük Orta Teknolojili) sektörü % 18, ticaret  ve hizmet sektörü % 27, diğer bireysel tüketim harcamaları finansmanı % 14, inşaat/konut % 23,  madencilik ve enerji kaynakları % 2, yiyecek, içecek ve turizm 11 gibi hepsi  de “Düşük ve Düşük Orta Teknolojili” sektörleri finanse etmeye  yönlendirmiş olmasıdır.

Aşağıdaki grafikte kullandırılan kredilerin birleştirilmiş sektörel paylarını bir bakışta görebilirsiniz. Sadece sarı kenar çizgili  pasta dilimi, kredi kullandırılan  yüksek ve yüksek orta teknolojili sektörleri gösteriyor. Bu payı yeterli gören okuyucu yazının bundan sonraki bölümünü okumayabilir.

Bankacılık sistemi kredilerinin düzenlenmiş sektörel dağılımı

Ulusal önceliklendirilmiş ekonomi politikası kapsamında devletin yapacağı teşvik edici planlama olmadan, Türk ekonomisinin,  hedeflemesi gereken “Yüksek Teknolojili Ulusal Üretim  Devrimini”  kaynak israfı ve zaman kaybı yaratmadan gerçekleştiremiyeceğini düşünüyorum. Hatta, devletin,  yapacağı teşvik edici planlama ve düzenlemeler ile katalizör rolü oynamaması halinde, bu dönüşümün çok uzun yıllar gerçekleştirilememesi tehlikesi de mevcut.

Dikkat edilsin, sözünü ettiğim planlama, tepeden inmeci ve tek merkezden hazırlanmış bir planlama değil. Tüm üretim unsurlarının, üniversitelerimizin  geniş ve sürekli katılımı ile gerçekleştirilecek ciddi bir teşvik edici ulusal ekonomik önceliklendirme projesinin hazırlanmasından söz ediyorum.

 Ulusal önceliklendirilmiş ekonomi politikası, ulusal önceliklendirilmiş sermaye, ulusal önceliklendirilmiş emek, ulusal önceliklendirilmiş şirket, ulusal önceliklendirilmiş sektör ve ulusal önceliklendirilmiş ürünler aracılığıyla, ulusal ekonomik birimlerin, ülke dışındaki diğer  üretim unsurları ile  dünya bazında rekabet edebilir ölçeğe/güce ulaşmasının sağlanmasını amaçlayan ciddi bir modelin  uygulanması mutlaka gerekli.

Devletin böyle bir model ve politika uygulaması bulunmaksızın, bankacılık sisteminin tek başına  ulusal önceliklendirilmiş selektif sektörel  kredi politikası uygulamasının mümkün olmadığı da çok açıktır.   Diğer ekonomik aktörler gibi bankacılık sektörünün de kar ençoklaması amacıyla hareket ederken, kredi ve yatırım kararlarında, ulusal hedeflemelere uygun dönüştürücü kredi kullandırım politikaları uygulamak  yerine, mevcut karlılık fırsatlarını gözeterek bugünkünün devamı mahiyetindeki kredi politikaları uygulamaya devam edeceğini öngörmek durumundayız.

Özetle, burada söylemek istediğim; “Ulusal Ekonomideki Asıl Oyun Kurucu Olan Devlet”in; ülke ekonomisindeki ulusal üretim aktörlerinin, en kısa sürede ve kaynak israfı yapılmaksızın uluslararası ekonomik rekabet aktörlerine dönüşümünü sağlayacak ulusal ekonomik öncelikleri belirleyerek,  bu ekonomik önceliklendirme kapsamındaki karlılık fırsatlarını hayata geçirebilecek ortamı yaratmayı başarabilmesidir.

Günümüzde, dünya bazındaki üretimin  en önemli  unsuru şirketlerdir.  Ulusal ekonomilerin, dünya bazında rekabet edebilmelerinin  ilk koşulu, temel üretim unsuru olan ulusal şirketlerini, bir kısmı uluslararası ya da uluslararası hale gelmiş, hatta belirli sektörlerde oligopol piyasa koşulları oluşturmuş bu dev şirketler ile rekabet eder teknoloji ve ölçeğe ulaştırmayı başarmaktan geçmektedir.

Yazdıklarıma ilave olarak, ekonomimizin dünya ölçeğinde hak ettiği yere gelebilmesi için iki önemli unsurun daha varlığına ihtiyaç olduğunu belirtmem gerekiyor. İnovasyon ve Ar-Ge. Her iki unsur için de yine  devletin yapması gereken önemli görevler mevcut.

Bir kere, inovasyon, ol deyince olmuyor. İnovasyon, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal ortamı ile çok yakından ilgili. Sözgelimi, ezberci eğitim modeli uygulanan ülkelerdeki inovatif düzey, bireysel ve ekonomik olarak  son derece düşük. Bunun gibi özgür düşünme ve düşüncelerini ifade etme geleneğini aile, okul ve toplumsal yaşam sistemi haline getirebilmiş ülke bireylerinde, dolayısıyla da ekonomilerinde, iş yaşamlarında, yani şirketlerinde inovasyon çok daha ileri düzeyde ortaya çıkıyor. Bu nedenle, eğitim sistemi ve aileden başlayarak tüm toplumsal yaşamda devletin yapması gereken çok şey var.

Ar-ge konusu ise belki başka bir yazıda ayrıca değinilmesi ve rakamsal olarak da irdelenmesi gereken bir konu.  Genellikle, ulusal ekonomik üretim birimlerimizin Ar-Ge’ye ayrılan pay konusunda çok başarılı görünmediğini söylemem gerekiyor. Tabii, bu biraz da Türk şirketlerinin ölçek sorunuyla ilgili bir konu. Ortalama ölçek büyüdükçe ve ulusal ekonomiden uluslararası piyasalara üretim fırsatı doğdukça Ar-Ge faaliyetlerinin payı artma eğiliminde oluyor. Ar-ge konusunda  devletin yapabileceği çok şey var.

Özellikle,  şirket–üniversite işbirliğinin etkinlikle sağlanmasında, teşvik edici düzenlemeler ile şirket bütçesinden Ar-Ge’ye ayrılan payın arttırılmasında ve  ulusal teknoloji vadileri oluşturulmasında devlet yine en önemli katalizör olmak durumunda.

Stratejik öncelikli Türk şirketlerinin, ulusal şirketlerimiz olarak kalması ve ulusal önceliklendirilmiş ekonomik birimler olarak dünya ölçeğinde üretim ve teknoloji üretir hale gelip, o durumda kalmaya devam edebilmesi  için  devlet teşvik ve desteğine her zaman ihtiyaç vardır. Ulusal devlet, bunun için en uygun yönlendirme, teşvik ve desteği,  başta üniversitelerimiz olmak üzere,  sermaye ve emek unsurlarının birlikte  katılımını koordine ederek başarabilir.

Önümüzdeki dönemde, bankacılık sektörümüzün ulusal rekabet öncelikli sektörlerin finanse edilmesinde çok daha önemli bir rolünün olduğunu görmeyi diliyorum.

 

Not: Bu yazıda “Ulusal/milli/Türk” sözcüğü tam 31 kez kullanılmıştır.   Sebebini okuyucu takdir edecektir.

 

 

blank

blank
A.Can Ayışık