ÖNERİMİZ: Akıllı telefonu olan Türk çocukları, makalenin sonundaki kitapları telefonlarına indirsin. Yaz tatilinde deniz kenarında yada gölge bir ağaç altında açsın keyifle okusun!
Biz de başlayalım o zaman…
Tarihin bilimsel olarak ele alınması Avrupa’da 19.YY’da gerçekleşir. Osmanlı tarih yazımında bu etkinin görülmesi ise 50-60 yıllık bir gecikme ile olur. İkinci Meşrutiyet dönemine gelindiğinde, o zamana kadar egemen olan ümmetçi yaklaşım yerine, tarih çalışmalarının Avrupa’dakine benzer bilimsel esaslara dayanan bir hale dönüştürülmesine gayret edildiği görülür.
1909 yılında “Tarih-i Osmani Encümeni” kurulur ve “Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası” adıyla çeşitli araştırmaların yayınlandığı bir dergi de çıkartılır. 1923 yılına gelindiğinde, ulusallaşan devlet, bu kuruluşun adını “Türk Tarihi Tetkik Encümeni” yapar. Yanısıra, “Türk Ocakları” da kültür (Ziya Gökalp’in deyimiyle hars) ile ilgili tarih çalışmalarına ağırlık verir. Türk Ocakları’nın, bünyesinde gerçekleştirdiği araştırmalar ile cumhuriyetin ilk yıllarında, Türklerin uygarlıktan yoksun olduğuna yönelik Batı’da egemen olan anlayışın, asılsız olduğunu kanıtlamaya çalışan çok önemli faaliyetlerde bulunduğunu da vurgulamakta fayda var.
Bu doğrultuda, Türk Ocakları’nın 23 Nisan 1930’da toplanan 6.Kurultayında, Afet İnan “Türklerin Medeni Vasfı” konulu bir bildiri ve “Türklerin tarih ve uygarlıklarını incelemek üzere bir heyet oluşturulması” için daha önceden hazırlanmış 40 imzalı bir önergeyi başkanlığa sunar. Önerge kabul edilir. Türk Ocağı yasasına aşağıdaki madde eklenir:
“…
Merkez Kurulu, Türk tarih ve uygarlığını bilimsel bir biçimde incelemek ve araştırmak göreviyle yükümlü olmak üzere bir Türk tarih heyeti oluşturur.
…”
Bu amaçla seçilen heyetin başkanlığına Tevfik Bıyıklıoğlu, İkinci Başkanlıklara Yusuf Akçura ile Semih Rıfat, Genel Sekreterliği’ne Dr.Reşit Galip getirilir. Diğer heyet üyeleri: Afet İnan, Vasıf Çınar, Halil Ethem Eldem, Yusuf Ziya Özer, Sadri Maksudi Arsal, Reşit Saffet Atabinen, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ragıp Hulusi Özden, Mükrimin Halil Yinanç, Zakir Kadiri Ugan, Hamit Zübeyir Koşay, Macar bilgini Mesaroş olur.
Türk Tarih Heyeti çalışmalarının ilk ürünü 1931 yılında, 11 bölümlü ve dünyanın oluşumundan cumhuriyetin kuruluşuna kadar Türk tarihini (Türk Tarih Tezi’ni kapsayan) ele alan 606 sayfalık, “Türk Tarihinin Ana Hatları” adındaki kitaptır. Sadece 100 nüsha olarak bastırılan kitap, görüşleri alınmak üzere belirli kişilere dağıtılır. Bu kitap, Türk Tarih Tezi’nin derli toplu ortaya konulduğu ilk yapıttır. Onu da PDF olarak “bilgedunyali.com”a koyacağım. Hazırlanan kitabın sadece 100 nüsha ile sınırlı kalması ve yaygın baskısının yapılmaması, içeriğinin büyük önderi tam olarak tatmin etmemesiyle ilgili olmalıdır. Burası da önemlidir.
1931 yılına kadar “Türk Ocağı Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” olarak devam eden çalışmalar, Aynı yıl CHP’nin aldığı bir karar üzerine Türk Ocakları yerine Halkevleri’nin kurulabilmesine imkan vermek amacıyla Türk Ocakları’nın kendini fesh etmesi nedeniyle Nisan 1931’den başlayarak, bağımsız bir dernek olarak yeniden kurulan “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” bünyesinde devam eder. Türk Ocakları’na bağlı Türk Tarih Kurulu üyelerinin çoğu bu yeni kuruluşun da üyesi sayılır. 1935 Yılına gelindiğindeyse, kurucusu Atatürk’ün önerisiyle adı “Türk Tarih Kurumu” olur. Cemiyetin o zamanki amacı, yönetmeliğinde şöyle belirtilir:
“…
Toplanıp bilimsel görüşmelerde bulunmak,
Türk tarihinin kaynaklarını araştırıp bastırmak,
Türk tarihini aydınlatmaya yarayacak belge ve malzemeyi elde etmek için gereken yerlere araştırma ve keşif heyetleri göndermek,
TTTC çalışmalarının ürünlerini her türlü yollarla yaymaya çalışmak.
…”
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, daha önce yapılmış hazırlıklardan da faydalanmak suretiyle, 1931 yılında liselerde okutulacak tarih derslerinde kullanılmak üzere 4 ciltlik bir “Tarih Kitapları Seti” hazırlar. Sözkonusu kitaplardaki Türklük ve İslamiyet’e ilişkin bir kısım bölümler Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaleme alınır. Cemiyetin 1932 yılında düzenlediği, Türk ve yabancı bilim insanlarının katıldığı kurultayda ise Türk tarihinin eski dönemleri ele alınır, ayrıca Türk Tarih Tezi görüşü de tartışılır.
Evet efendim; Türk ulusal devriminin çok önemli unsurlarından biri “Türk Tarih Tezi”dir.
Atatürk’ün okuduğu ve etkilendiği önemli tarih kitaplarından biri H.G.Wells’in (1866-1946) “Cihan Tarihinin Ana Hatları (Outline of History)” adlı eseridir. Büyük önder etkilendiği bu eserin 1928 yılında Türkçeye çevrilmesini ve yayınlatılmasını da sağlamıştır. NUTUK’da da sözü edilen tek eserdir. Wells kitabında, insanlığın kökenini uhrevi şekilde Adem-Havva’ya bağlayan tarih anlayışını köklü bir değişime uğratıyor, “fezada dünya, zaman itibariyle dünya, ilk canlı mahluklar, tabii ıstıfa ve nev’lerin istihalesi” gibi konulara girerek o güne kadar ülke tarihçiliğinde tartışılmamış konuları içeren bir tarih yaklaşımı sergiliyordu. Yani, 1930’lu yıllarda ders programlarına giren “Darwinizm”den de etkilenen yeni bir tarih anlayışı sözkonusuydu.
Diğer yandan, o dönemde dünyada ve özellikle Avrupa’da egemen olan koşulları dikkate almaksızın, o zaman için Türk Tarih Tezi’ne verilen önemi ve belki de bugünkü bakış ile içerdiği bir kısım aşırı çıkarımları tam olarak değerlendirmek mümkün değildir. Türk Devrimi’nin oluştuğu 1923-1938 döneminde yurt içindeki ve dünyadaki koşullar göz önünde bulundurulmadan bu muhteşem ulusal devrimi tam olarak anlayamayız. Türk Ulus Devrimi, 1917 Sovyet sosyalist devrimi ile 1930’lu yılların Avrupa’sındaki Alman ve İtalyan faşizminin bütün dünyayı etkileyen dogmatik sistemleri arasında ortaya çıkmıştır. Onlardan etkilenmiş, fakat kendine özgü bir yeni yol çizmiştir. Bu saptamayı akılda tutalım lütfen…
Anlatmak istediğimi Türk Tarih Tezi çalışmalarında büyük emeği bulunan Afet İnan’dan bir alıntı yaparak anlatırsam daha iyi anlaşılır. Afet İnan anılarında şöyle yazar:
“…
1928 Yılında Fransızca coğrafya kitaplarının birinde Türk halkının sarı ırka mensup olduğu ve Avrupa zihniyetine göre ikinci sınıf insan tipi olduğu yazılı idi. Kendisine gösterdim ve “böyle midir?” dedim… Hayır, olamaz! Bunun üzerinde meşgul olalım. Sen çalış! dediler.
…”
Görüldüğü gibi Avrupa’da o zaman okutulan kitaplarda Türk halkının sarı ırka ve dolayısıyla ikinci sınıf kabul edilen insan tipine dahil görüldüğü bir egemen anlayış mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk bu egemen anlayışı kabul etmemekte ve bunun böyle olmadığının araştırılarak ortaya konulmasını istemektedir.
1932 Yılında ilk Türk Tarih Kongresi düzenlenir. Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan da kongreye oldukça ilginç bir tebliğ sunar: “Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde.” Tebliğin alt başlığı ise daha da ilginçtir: “Dünyanın Yaşları – Orta Asya’nın Topoğrafyası – Dünya Üzerinde İnsanların Yayılması ve Yerleşmesi – Irk Meselesi – Orta Asya’nın Otokton Halkı Kimdir?”
Kongre sırasında Afet hanım henüz 24 yaşındadır ve Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’nin asbaşkanıdır. O zamana kadar bir kadının benzer bir göreve gelmesinin dünyada bir örneği yoktur. Bir benzetme yapalım: Amerikan Tarih Birliği (American Historical Association) 1884’de kurulmuştur. İlk kadın başkanı Nellie Neilson 1943’de göreve gelmiştir…
Yeni kurulan Türk Ulus Devleti’nin tam bağımsızlık anlayışının doğal sonucu, siyasal bağımsızlığın, kültür ve ekonomi alanındaki eylemler ile bütünleştirilmesidir. Ulusal dil ve ulusal tarih bilincine sahip olmaksızın kültürel bağımsızlığın sözkonusu olamayacağına inanan Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusçuluk anlayışında, doğal olarak ulusal tarih en temel unsurlardan biri durumundadır.
Yine aynı Kongre’de Batı’da egemen olan ırkçı anlayışa reddiye Fransa’ya antropoloji eğitimine gönderilmiş ve artık Türkiye’ye dönmüş olan Şevket Aziz Kansu’dan gelir. Şevket Aziz Kansu, Mustafa kemal Atatürk’ün de hazır bulunduğu salonda Türk insanında bulunan özellikleri sıralar: Ortalamanın üzerinde bir boy (167,59), brakisefal bir kafa, ince uzun (leptosop) bir burun, ortalama denilen bir ebatta kulaklar Türk insanının temel özellikleridir. Kansu Türklerde “Mongol gözü” olmadığını da belirtir. Sayılan bu özellikler ise “Avrupai denilen Alp adamı tipi”nin tıpatıp aynısıdır. Türk insanı antropolojik bulgular sayesinde Avrupa camiasına dahil olmuştur. Tebliğin devamında Kansu, “Avrupai tip” ile “Türk tipi” arasındaki bağlantıyı da kurar. “Türk mü Avrupa’dan doğmuştu; yoksa, Avrupa mı Türk’ten doğmuştu?” sorusuna cevap arar. Ve devamında örneklerle ortaya koyarak şöyle der: “Tereddütsüz cevabını derhal verelim ki brakisefal Avrupa bize bağlıdır.”
Evet, 1930’lu yıllarda antropolojik tarih anlayışı Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’ne yepyeni bir anlayış getirir. Çünkü, o zamanın Ankara’sında, Türkler için yapılan “sarı ırk” tanımının ve “ikinci sınıf insan” muamelesinin, ancak fizik antropoloji bulgularıyla alt edilebileceği görüşü egemendir.
Atatürk, Türk ulusunun oluşmasında “Tarihsel Birliktelik/Akrabalık”ın büyük bir etken olduğunu kabul eder. Geçmişe dayanmayan bir ulusçuluk anlayışı anlamsız olduğundan, Türk ulusal devriminin yeni tarih anlayışında, sahip olunan zengin mirasın övünülecek unsurlarının bulunup ortaya konulması gerekmektedir. Tarihte ve insanlık gelişiminde en çok övünülebilecek konular ise doğal olarak uygarlıktır, kültürdür. Bu noktadan hareket eden Atatürk, “Çağdaş Uygarlık Düzeyine Ulaşmak” olarak belirlediği “Türk Ulus Devrimi”nin temel amacına giden yolda, Türklerin uygarlıktan uzak bir kavim olmadıklarını en etkili şekilde ortaya koymanın “Ulusal Tarih” aracılığıyla mümkün olabileceğini düşünür.
Yeri gelmişken, Türk Tarih Tezi nedir, onu da yazmalıyım ki, kavramsal bir karışıklık olmasın…
Özet olarak, Türk Tarih Tezi, Türklerin Orta Asya’da yüksek bir uygarlık oluşturduklarını, ancak iklimsel değişiklikler sonucunda dünyanın dört bir yanına göç ettiklerini; Türk kavimlerinin göç ettikleri yerlere kendi uygarlıklarını da götürdüklerini, dolayısıyla dünyaya uygarlık yayan bir ulus olduklarını; Anadolu’ya binlerce yıl önceden göç ederek gelmeleri nedeniyle Anadolu’nun da bir Türk anayurdu olduğunu savunur. Sümerler, Hititler, İskitler gibi eski çağlara ait uygarlıkların Türk izli olduklarını kanıtlamaya gayret eder.
“bilgedunyali.com” olarak değerli okuyucumuza 4 ciltten oluşan sözkonusu Lise Tarih Kitapları’nın PDF nüshalarının orijinal halini bu makalemizin sonunda sunuyoruz…
Değerli okuyucunun izniyle ilgili birkaç konuya daha değinmekte fayda görüyorum…
Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden Yusuf Akçura, 1932 yılında 1’inci Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu tebliğde şöyle der:
“…
Cihana nazaramız, bundan böyle Avrupa gözlüğü ile olacak değildir. Gözlükleri kırarak, çıplak gözümüzle hakikati ve menfaatimizi görmeye çalışıyoruz. Cemiyetimiz tarafından yazılan bu kitaplarda teferruata dair hatalar olabilir, fakat kitapların istihdaf ettiği gaye ve o gayeye bizi götüren ana hattı doğrudur. Biz bu eserimizde, ta menşeinden itibaren kendi kavmimizi, kendi ırkımızı mihver ittihaz ettik. Ve bütün beşeri vakıalara o mihverin yanından bakıyoruz.
…”
Biz de öyle bakıyoruz efendim…
Yukarıda, Afet inan ve Yusuf Akçura’dan yaptığım alıntılarda, küçümsenmiş bir uygarlığın, haksızlığa uğratılmış bir ulusun aydınlarının mevcut haksızlığa karşı son derece yerinde görülmesi gereken bir kabullenmeyişi, karşı çıkışı sözkonusudur. Önlerinde saygı ve minnet ile eğiliyorum.
Türk Tarih Tezi’nin ve onu temel dayanak olarak alan tarih kitaplarının hazırlanmasının önemli nedenlerinden biri de Türk ulusunun, Türk çocuklarının, yüzyılların verdiği aşağılık kompleksinden kurtularak öz tarihlerine sahip çıkmalarının sağlanması ve uygarlık tarihindeki gerçek rollerinin bilincine varmış, özgüveni yüksek yepyeni bir ulusal bilinç yaratılmasıdır. Bu nedenle, Türk devriminin yeni tarih anlayışında Osmanlı’nın da öncesine dönmek ve kökenleri çok daha eskide aramak gerekliydi. Gerçek, Orta Asya’da, Sümerler’de, İskitler’de, Hititler’de, daha doğrusu Türk’ün adım attığı her yerdeydi. Aslında, Türk’ün adım atmadığı yer de yok gibiydi…
Böylece, eskiçağ uygarlıklarının Türk olduğu savı ile Anadolu toprağı da gerçek Türk vatanı oluyordu. Batı emperyalizminin, kendi kökenini dayandırdığı eskiçağların Helen uygarlığı savının karşısında, şimdi kökü çok daha eskilere giden Türk kökenli uygarlıklar sözkonusuydu ve Anadolu da bu uygarlıkların beşiğiydi.
Diğer yandan; Türk Tarih Tezi, aslında, önceden ilan edilen bir resmi öğretinin, çeşitli araştırmalar ile kanıtlanmasına çalışılan bir yolda ilerlemiştir. Bu haliyle de oldukça fazla eleştirilmesi çok doğaldır. Bugün baktığımızda, Türk Tarih Tezi’nin bir kısım aşırılıklardan, ekstremizmden muzdarip olduğunu görüyoruz. İçeriğinde gerçek bilimsel bulgular da vardır, fakat, sonuçta aşırılıklara kaçılmasından sakatlanmış olmaktan kurtulamamıştır.
Özellikle Batı Avrupa’da Türklerin “barbar” bir kavim olduklarına yönelik yaklaşımların Türklerde özgüven eksikliğine yol açmış olduğu “Milli Şef” İsmet İnönü tarafından bakın nasıl dile getirilmiş:
“…
Bir ulusun en büyük kaybı kendine güvenini kaybetmesidir. Cumhuriyete kadar, 200 yıla yakındır ki, bu memleketin okumuş geçinenleri, kendi uygarlık kuvvetlerine inanmadan konuşurlardı. Türklerin ulusal hayatını sıcaklıktan mahrum etmek isteyen bir yabancı edebiyatın zehirli telkini, en dikkatli olduğunu sanan bilim çevrelerinde bile yerleşmişti.
…”
Yapılan bütün bu çalışmalar çok önemlidir. Çünkü, yapılan çalışmalar sonucunda Türk Tarih Tezi’nin temeli olan Türk tarihi ve uygarlığının çok eski dönemlerden başladığı kanıtlanmıştır.
Yaşamının sonraki yıllarında Atatürk, tarih ile ilgili çalışmaları biraz daha uzaktan izlemekle yetinmiştir. Bu nedenle 1937 yılındaki bir söyleşide şöyle der:
“…
Tarih Kurumu’nun kuruluşunu izleyen ilk yıllarda tarih üzerine arkadaşları teşvik için birlikte çalıştım. Bu kurum, tümüyle örgütlendikten ve bilimsel çalışmalarına hız verdikten sonra Tarih Kurumu’nun çalışmalarına karışmıyorum. Onlar bildikleri gibi akademik çalışmalarına devam ediyorlar.
…”
İsmet İnönü de büyük önderin vefatından sonra 31 Mart 1939’da Türk Tarih Kurumu’na yaptığı ilk ziyarette:
“…
Kurumun, kırk yıllık hurafeler ve sabit fikirler karşısında duraksamaksızın gerçekleri bulmak ve söylemek cesaretini korumasını isteriz.
…”
demek suretiyle, çalışmaların gerçekleri ortaya çıkarmak amacıyla ve bilimsel yöntemlerle yapılmasını beklediğini belirtir.
Tarih, ancak bilimsel araştırma yolunda yürünürse bilimsel tarih olur. Yoksa, kahramanlık öykülerine dayanan güzel yazı/söz yazma ve anlatma sanatından ibaret kalır. İşte tam da bu nedenle olsa gerek, büyük önder Ankara’da Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’ni kurdurur. Bilimsel tarihçilik ve konuyla ilgili bilimsel araştırmacılık uzmanları yetişsin ister.
Yaşamının sonuna dek tarih çalışmalarına ilgisini sürdüren Mustafa Kemal Atatürk, Tarih Kurumu’nun siyasal etkilerin dışında kalabilmesi ve iktidarlardan etkilenmeksizin bağımsız bilimsel çalışmalarını sürdürebilmesini mümkün kılabilmek için İş Bankası’ndaki payının yıllık gelirinin Dil Kurumu ile Tarih Kurumu’na verilmesini vasiyet eder.
Peki, ne olur?
1980 Darbesi ile işbaşına gelen darbeciler, her iki kurumun bağımsızlığına da son verirler.
Oysa, ne Türk dili biter ne de şanlı Türk tarihi!
Bir bilebilselerdi…
Aşağıdaki PDF dosyaların görüntülenmesi internet hızınıza bağlı olarak biraz zaman alabilir. Lütfen bekleyin!
Prof.Zafer Toprak; Atatürk, Kurucu Felsefenin Evrimi (T.İş Bankası Yayınları)
Dr.Yücel Kabapınar’ın Başlangıcından Günümüze Türk Tarih Tezi ve Lise Tarih Kitaplarına Etkisi isimli makalesi ve Prof.Dr.Yüksel Özbaran’ın yönetiminde hazırlanan “Müfredat programı ve ders Kitapları Açısından Ortaöğretimde Tarih Öğretimi” isimli yüksek lisans tezleri
1931 Yılı Lise Tarih Kitapları PDF’leri “https://turuz.com”